27 Haziran 2013 Perşembe


Geçen gittiğimde güzel bir haber verdiler bana; Magic Touch 3.yıl şerefine 8-28 Temmuz tarihleri arasında müşterilerine yüzde elli indirim yapıyormuş..Randevu almak gerekiyormuş sadece,hepsi bu..Güzel fırsat ben gidin derim..

http://www.magictouchkuaforankara.com/


17 Haziran 2013 Pazartesi

Benim canım'ın doğduğu gün bugün..Canımın parçalarından biri sıcak bir haziran günü dünyaya getirmiş o'nu..O benim dünya üzerinde tanıdığım en akıllı en aklı selim en kocmann yürekli insan..Benim teyzem o..Benim canım o..

İyi ki doğmuş iykii benim canım olmuş..

Seni okkaadar çok seviyorum ki o kaddar olur..

Birhan Keskin yakışır sana..Birhan'da tanısa seni eminim seve seve paylaşırdı şiirini bizimle..Bunun rahatlığıyla;










13 Haziran 2013 Perşembe

Bir süredir yazamıyorum ama malumunuz..benim gibi alelacele biri hemen değişsin istiyor her şey..Ama öyle olmayacak..Yavaş yavaş olacak her şey..Bu isyan akılcı başladı öyle bitmeli..
Haklıyız,kazanacağız..
Umudunuzu hep taze tutmanız dileğiyle..
Barış dolu günler..


31 Mayıs 2013 Cuma


İstediğimiz sadece ağaçların kesilmediği, nefes alacağımız bir kaç küçük yeşil alanın kapitalist güçlere peşkeş çekilmediği, en ufak bir hak arayışında biber gazı ile hayatımızın tehlikeye atılmadığı, birbirine aşık iki insanın birbirlerini öpmelerinin "ahlaksızlık"olarak değerlendirilmediği, o insanların yanında olduğumuzda vatan haini olarak değerlendirilmediğimiz bir ülke..İnsani, vicdanlı bir yönetim! 

Biz bu akşam Kuğulu park'da olacağız..Saat 19.00'da..Cop'sa cop, gazsa gaz! 




Yeter artık! demek için..



"Park da bizim Meydan'da" 4 gün sürdü. İçinde nefret barındırmayan insanları bile yoldan çıkardınız..Haykıra haykıra sövesim var; KAHROLSUN FAŞİST İKTİDAR!!!!!! SİZİN AHLAKINIZI DA OLMAYAN SAHTE İNANCINIZI DA !!!!!!!!!

http://www.ntvmsnbc.com/id/25446052

28 Mayıs 2013 Salı

24 Mayıs 2013 Cuma


Radyoda türkü dinlemek istedim bu sabah..Bana ananem hatırlatsın diye açtım trt türkü kanalını..Ananem sabah ilk iş açardı radyoyu.Ama eskiden taa ben küçük olduğum zamanlardan bahsediyorum..Ta Zeynep kamil'de Valide-i atik mahallesi Yavuz apartmanı'nda oturduğumuz zamanlardan.Ananemler giriş katında biz de bir üst katta otururduk..Daha evveli de var Çiçekçi'de oturduğumuz zamanlar ama o çok eski..orayı çok net hatırlamıyorum.Sadece ananemin cimcime dediği bir kız vardı onu hatırlıyorum.Esra idi sanırım gerçek adı.Bir de çingene eteğimi hatırlıyorum o zamandan..Üstümden çıkarmamacasına severdim o eteği ve ne kadar çirkin bir etekti anlatamam.Tek özelliği ben dönünce eteğinde lunaparktaki balerinin eteği gibi kocaman açılmasıydı.Hakkaten ne çirkin etekti, renkler falan berbat yani..Berin'in beni o etekten kurtarma mücadelesi görülmeye değerdi..Güzel bir çocuktum ve kendimi ziyan ettiğimi düşünürdü onu giyerek :) 
Bir de onu giyince düğünlerde oynarken çok havalı olduğumu düşünürdüm.Ananem beni masaya çıkartırdı ben de kendimce döktürürdüm..Herkes alkışlarken beni daha da şevkle atardım minik göbecikleri..Dansöz olmak isterdim o günlerde..Hatta sanırım epeyce ağlamıştım bana zil alın şu işi layıkıyla yapayım diye..Alındı mı? Bak onu hatırlamıyorum.Dedim ya çok az anım var çocukluğumla ilgili..Sanırım çok derinlere ama çok derinlere atmışım karşıma çıkmasın diye bir daha..
Annemin sivri topuk kırmızı ayakkabılarını da hatırlıyorum. (çok ama çok güzel ayakkabıları vardı annemin) Onları alır salona kendime bir tamirci masası hazırlardım..Çekiçli çivili basbaya.Sonra ağzımda o çivileri tutar çekiçle ayakkabının altına çakardım..Annem kızmazdı. Bilmem belki kızardı da ben unutmuşum.Pazar günleri de Bağlarbaşı'nda ki lunaparka giderdik annem kerem ben..Babam gelmezdi.Nerde olurdu bilmem..Sanırım Üsküdar'daki birahanede.
Türküler o günlerden işte..Ananem başına tülbenti sarar evi temizlerdi..Mütemadiyen temizlik olan bir evdi onun evi..Ama kendi kendine yapardı beni hiç rahatsız etmezdi.Usul usul..Çok özledim.Bunları düşünürken ağlamamak mümkün değil benim için.Yalnızken dışıma dışıma, yalnız değilken içime içime..Şu an peki? Şu an nereye ağlayayım bilemiyorum..
Özlemimi  iç organlarımda hissettiğimi zamanlardan biri..Defolarımı dolduracak kadar çoklar o günlerin özlemi..Üstelik bir kaç anı hariç mutlu bile sayılmazdım.



16 Mayıs 2013 Perşembe


Bu sabah yanıma bir baba-oğul oturdu..Baba bıyıklı,elinde "sol" gazetesi olan bir babaydı..Çocuk, elinde yeşil kaplı büyük bir kitap olan bir çocuktu..

Yeşil kaplı kitap meğer çocuklara matematiğin resimlerle anlatıldığı kitaplardanmış.Başladılar çalışmaya..

Küçük ejdarhanın 2 eli varmış..2 küçük ejderhanın toplam kaç eli olurmuş?

Çocuk minicik ve zorlanıyor çözmekte ama bi yandan zehir eller giriyor devreye.küçük parmaklar sayılıyor sonuç bulunuyor..Başka bir problem daha..

Her sırada 3 mısır var.3 sıra olduğuna göre toplam kaç mısır vardır?

Taam velet zehir ama bu ona zor geliyor..Kızıyor.."Bilmiyorum ben bunun yanıtını, çözmicem! " diyor..Baba sabırlı "bilmiyorsun kuzum işte o yüzden çalışıyoruz ya..Öğren diye"..diyor.Velet kızdı ya istemiyor çalışmayı..Ehehehe o zaman diyor ki işte" ben öğrenmek değil bilmek istiyorum ama!"

O zaman tutamadım kendimi gülüverdim yanımdakinin kafasını okşayarak..Baba da güldü..Bıraktılar çalışmayı..

Ben de öğrenmek değil bilmek istiyorum ama!!!!

He günün tatlısı;

Duffy'i öpüp koklamak isteyenler beri gelsin...





bi de bu;




15 Mayıs 2013 Çarşamba


Dün akşam Yunus Emre'nin bir hikayesini dinledim.O kadar çok içime işledi ki dün akşamdan beri başka şey düşünemez oldum.

Hikaye şöyle;
Yunus bulunduğu dergahtan ayrılmak, başka yerler başka insanlarla karşılaşmak ister.Bu dergah Taptuk Emre'nin dergahıdır..Bir gün daralır ve Taptuk Emre'ye "ben gideceğim" demeye o kadar çekinir ki dergahtan sessizce kaçar gibi ayrılır...Yıllarca başka yerlerde gezer durur..Sonra pişmanlığı had safhaya ulaşır ve geri dönmek ister dergahına..Fakat zamanında sessizce, kaçar gibi  ayrıldığından bu sefer de Taptuk Emre'nin karşısına çıkmaya çekinir..Bir öğlen vakti Taptuk Emre camide vaaz verirken Yunus dergaha gelir ve dergahta Taptuk Emre'nın karısına  akıl danışır..Der ki  böyleyken böyle..Taptuk Emre'nin karısı da der ki "sen şimdi şu eşiğe uzan, Taptuk Emre'nin gözleri artık iyi görmüyor.Eşikten geçerken sana takılıp da sorarsa kim bu diye..Ben Yunus derim..Hangi Yunus derse sen hiç bişey söylemeden çık git"..Tamam Demiş Yunus..İlişmiş eşiğe..Taptuk Emre gelmiş camiden, eşikten geçerken ayağı Yunus'a takılmış.."Kim bu?" diye sormuş hanımına ..Karısı da "Yunus o" demiş..Taptuk Emre şöyle demiş işte o zaman BİZİM YUNUS'MU? 

O kadar çok şey çıkardım ki ben bu kısacık hikayeden..Peki sen?

14 Mayıs 2013 Salı






Bir başka kesin karara ihtiyacım yok.

Bir yere,  bir yere gidiyor gibi hissetmem için.
 

Bana ihtiyacın olduğunu söyledin,
Ya da en azından bu benim düşündüğümdü.
Bazen (bazı zamanlar) anılar 
Kapımı çalar gibi oluyor
Milyonlarca kez izlediğim bir film bu.

Senaryoyu ben yazıyormuşum gibi hissettiriyor.

Tekrarlamayı reddediyorum..

Geçmişte yaptığımız hataları..(Dünün hatalarını)
 

Şu an daha güçlü olduğumu düşünmek iyi geliyor

Sağduyu kurbanıyım.

Ama gerçek şu ki,

Hala geçmiş ile şimdiyi karıştırdığımın farkındayım.

Yaşadıklarımızı tek bir kareye sıkıştırdım

Beynime kazındı
Ne zaman ilerlemeye çalışsam

Aynı resim karşıma çıkıyor 


Onlar dünün hatalarıydı
Dünün hataları
Tekrarlamayı reddediyorum...

Geçmişte yaptığımız hataları..(Dünün hatalarını)

                            -İbranice olan kısım-
-Merhametli olmanın kişiliği üzerimize ol ve sahibinin (tanrının) önüne duamızı getir
ve milletin için merhamet iste çünkü her kalp elemli ve her baş hastalıklı-

Bencilliğimi affet
Eğer affedebilirsen memnun olurum.
Nankörlüğümü unut.
Düşünüyorsun ki  aynıyım , hala o kızım 
Affetmemiz gerektiğini söylüyorlar.
Ama unutma.
Öncesinde neler olduğunu

Tekrarlamayı reddediyorum...

Geçmişte yaptığımız hataları..(Dünün hatalarını)

Ve onlar dünün hatalarıydı
Dünün hataları
Geçmişte yaptığımız hataları..(Dünün hatalarını) 

Tekrarlamayı reddediyorum.







10 Mayıs 2013 Cuma

8 Mayıs 2013 Çarşamba



24 Nisan 2013 Çarşamba

keşke


Mentalist izlerken uyuyakalınca çok gıcık oluyorum kendime..keşke uyumasam..

eve leylak aldık ,mor leylak..su vermeyi unutunca soldu leylakcık..keşke unutmasam..

gofret yemesem hiç şeker yemesem hiç acılı antep lahmacun yemesem..keşke göbek diye bişi olmasa bu dünyada..
 
keşke o lokantadaki yaşlı neneyi anneanneme benzetmesem,keşke o hep bizimle kalabilse..

Sibirya berberi'ndeki Tolstoy (yazar olanla akraba olmayan) filmin başındaki neşesini hiç kaybetmemiş olsa keşke,filmin sonunda o yorgun gözlerle bakmasa bize..


Deniz'cimle İstanbul'da karşılaşabilsek,Koço'da rakı-balık yapsak berin anlatsa biz onu dinlesek,saçma sapan gülsek ota boka..keşke birbirimizi özlemişsek parmaklarımızı şıklatıp yanına gidebilsek birbirimizin..





Annem her akşam evde bizi karşılasa,yemek hazırlasa bize,eve girdikten sonra uyumadan önce yan gelip yatsam,şirinella ile debelensem keşke..

yarın kalksak yaz gelse,tatile gitmemize 2 gün kalmış olsa keşke..

Eski buzdolapları emekli olabilse keşke.. 

Bu resmi ben çekebilseydim keşke..


BİR ÇİÇEK

Bir çiçek duruyordu, orda, bir yerde,
Bir yanlışı düzeltircesine açmış;
Gelmiş ta ağzımın kenarında
Konuşur durur.

Bir gemi bembeyaz teniyle açıklarda,
Güverteleri uçtan uca orman;
Aldım çiçeğimi şurama bastım,
Bastım ki yalnızlığımmış.

Bir başına arşınlıyor bir adam mavi treni
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.

Cemal Süreya


15 Nisan 2013 Pazartesi


Şirinella ile dün sinema günü yaptık..Karlar Kraliçesi'ne gittik ana-kız..Ben filmi çok beğendim..

Filmin konusu kısaca şu; buz gibi kalbi olan kraliçe kuzey kutbunun dondurucu soğuğunu insanlığın üzerine üfleyerek kötülük dolu nihai amacını gerçekleştirmek istemektedir.Dünya üzerindeki tüm sanatçıları dondurarak öldürür.Bu tehditlerden biri de cam ustası olan Vegard'dır..Vegard ve karısını da bu kötülükten nasibini alır ve kötü kalpli kraliçe tarafından dondurulurlar..Dünya tatlısı çocukları kai ve Gerda son anda kurtulurlar ama birbirlerinden kopmuşlardır artık.Masal bu ya çocuklar günün birinde bir yetimhanede karşılaşırlar ve kan çeker :)

Bu yaşanılan günlerde insanlar da "soğuk havalardan" nasibini alacaklardır..Kalpler acımasızca ve sevgiden uzak çarpıyordur..Ama yine de ufak tefek insani kırıntılar abisini kurtarmak isteyen Gerda'ya yardım edecektir.

Danimarkalı yazar Hans Christian Andersen'in romanından sinemaya aktarılan film Rusya yapımı veee şeker gibi bir filmmm..





10 Nisan 2013 Çarşamba


Çöps manyaklığı had safhada..şu aralar gözü başka bişi görmüyor..İsimler veriyor onlara,komik komik isimler..bana da kayıt tutturuyor..İşte Şirinella'nın çöps envanteri;


şapşal sivilce
anne akbaba
dinoo
kusmuk canavarı
aktapus
şaşkın lollipop
arkasında solucan var
üzgün köpek kulübesi
lazer ışını
kızgın diş
savaşçı  canavar
guguk kuşu
üzgün televizyon
şapşal keçi
zıp zıp pire
havaya bakan solucan
şaşıran sivilce
gözsüz canavar
vız vız arı
dino dan
kızgın çöps
şaşkın goril
kızgın balkabağı
gözlüklü bavul
kızgın ayıcık
iki el
gagak kuşu
karanlık canavarı
arkasında el var
dişlek boa yılına

Murat Menteş'in Dublörün Dilemması'nı sevdim..Sürekli okuyup hemen bitiremedim ama yarın falan okuyup bitirmek niyetim.
tavsiye..

bu şarkı da güsel..



2 Nisan 2013 Salı
















27 Mart 2013 Çarşamba


Çok seviyorum tiyatro oyunu izlemeyi sahici sahici geliyor gerçekten orda yaşıyomuş gibi adamlar..Gel gör ki Ankara'da benim kadar çok seven var ya da afedersin ama g.t kadar gidilecek yer olmasından mütevellit bilet bulmak çok zor..Aslında hep kulaktan dolma bilgiler bunnar çünkü hiç gidip de bulamadan kıçın kıçın dönüp saydırdığım olmadı..Hatta bi keresinde bilet aldım da biz gidemediydik çoğcukları bırakacak kimse yokluğundan! 



Neyse ne,entellektüel kişilik oluşturmada anlık karar verme no:827..Kesinliklen artık daha çok tiyatroya gitcem..

dün akşam Yastık Adam'a gittik kızlarla..Bahri'de vardı ama o sevgilisiyle idi..Biz kız kıza kaldık bundan sebep..Zaten muhabbete değil izlemeye gitmiştik..Oyun çok gergindi..Kara mizah demişler ama ben pek gülünecek bi yer göremedim..Acı acı bellllkkkiii 1 kere ya da hadi 2 olsun gülmüşümdür o da 2 saniye felan..sonra ciddileştik oyun çok gergin zira..Ama oyuncular çok iyiydi yaaa..Murat Çıdamlı, Emre Erçil, Tolga Tekin, Mesut Turan..Ben en çok Katuryan'ı sevdim bi de...

bi dakka ya evden çıkmam lazım..saat?? üff.geç kalcam..Bu oyun için başka bambaşka post lazım gelir..Artık eve dönünce şeyedelim..öptüm..


17 Mart 2013 Pazar



15 Mart 2013 Cuma


Çok ciddi tesadüfler barındıran bir hayatım var bence..Severim onları ve o tesadüfler ya olmasaydı acaba nerde neler yapıyor olurdum,düşünürüm sıklıkla..Severim işte onları..

Bu filmle karşılaşmamda bir tesadüf benim..KUTUP ÇİZGİSİ AŞIKLARI..

Film,film gibi değil..Bende uyandırdığı intiba birileri benim yanıbaşımda bişiler yaşıyorlar ve bende onları izliyorum gibi..İspanyolca ismi LOS AMANTES DEL  CİRCULO POLAR..

Çocukken yaşadıkları ufak tesadüf sonucu karşılaşırlar Otto ve Anna..İlk karşılaşmalarından itibaren hayatlarının sonuna dek türlü çeşit tesadüfler ile ödüllenirler ya da cezalandırılırlar..Kim tarafından peki? Yaşadıkları kader midir yoksa kendi tercihleri mi? Mesela yan masada otururken biraz daha dönse arkasına görecektir Anna Otto'yu ama göremez ve sonra yan masadaki gelecekte kocası olan adamdan bir dal sigara ister..Halbuki tek istediği Otto'dur ama olmaz işte..Sigarasını yakar ama Otto gitmiştir artık..

Bunları onlar yaşarken farkedemezler ama sen büyülenmiş gözlerle bakarken ekrana farkedersin..Sonra durdurur düşünürsün benim de farkedemediklerim olduysa kim farketti peki?

Hayatımdaki tesadüfleri seviyorum ben..Seviyorum işte onları..

Öyle başarılı ve büyüleyici bir film ki,adeta yap boz şeklinde gelişen olaylar,geçmişe dönüşler ve bazen Anna'nın bazen de Otto'nun gözlerinden bakmak öyle hoş bir deneyim ki..

Aşk halinin hep çemberin içinde olmak olduğunu düşündüm..Başlangıç noktan aşık olmak ise döne dolaşa o çemberin içinde yaşıyorsun ve vardığın nokta çemberin başlangıç noktası oluyor..Bundan mutlu olmak ya da mutsuz olmak aşkın elinde..

İzlediğim en güzel aşk filmlerinden oldu Kutup çizgisi aşıkları..

Anna'nın gözlerinin içindeki Otto,aynaya bakmama sebep oldu..Gözlerimin içindeki de beni bu halimle mutlu etmeye yetti..

Her ne kadar ismimim sondan okunuşu ile baştan okunuşu aynı olmasa da..


13 Mart 2013 Çarşamba


"Dün merdivenleri çıkarken orda olmayan bir adamla karşılaştım.Bugün de orda değildi..Keşke,
keşke,dedim.Gitse!"

Son izlediğim film İdentity..John Cusack sevdiğim beğendiğim en nihayetinde saygı duyduğum bir holivud ağbimizdir..Sanıyorum tanışıklığımız "Sensiz olmaz" diyerek türkçeleştirilen "high fidelity" filmi ile olmuştu..Belki daha eskidir de ben bilmiyorumdur..Bak o film de güzeldir..Tekrar izlemek lazım ama yazmak için, çoookkk uzun zeman oldu izleyeli..Afişi yatak odamızda durur hala..



Identity aslında enteresan bir film..Çok enteresan değil ama enteresan..Anlatacağım..

Başladığında Agatha Christie romanlarından uyarlanan filmmiş gibi ya da Stephen King gibi..Deli gibi yağan yağmur çakan şimşek,bir şekilde yolları ıssız bir yerdeki otelde kesişen on kişi,sırayla ölen insanlar..Hatta filmin bir yerinde Agatha teyzenin On küçük zenci'sine gönderme yapılıyor..Ama film ilerledikçe Pruitt Taylor Vince abinin canlandırdığı Malcolm karakteri filmi zenginleştirmeye yetiyor bence..Malcolm'ın kafasının içindeki o karmaşa çok dikkat çekici kılıyor filmi..Ayrıca gözlerini nasıl öyle yapabiliyor sorusuna da internette araştırdığımda yanıt buldum;adamın nystagmus hastalığı varmış..Gözün istemdışı ileri geri hareketi..Normal insan deviremez yoksa o gözleri öyle..


İzlerken Malcolm'un suçlu mu suçsuz mu olduğunu çok düşündüm..Yani psikolojik hastalığı olan bir kişi ne yaptığının farkında değilse yaptıklarından sorumlu mudur? Sanırım yaşanılanların neresinde durduğuna bakar sorunun cevabı..


Eğer çoklu kişilik bozukluklarını irdeleyen psikolojik gerilim filmi izlemek isterseniz,zaman kaybı yaşamayacağınız bir film bu..


Al sana bi de fragman vereyim yanında;




8 Mart 2013 Cuma

Özden sıkı kadındır..Bakınız ne haykırmış;


"8 Mart Emekçi Kadınlar Gününü sevgililer günü formatinda kutlayanlara;
8 Mart bir mucadele gunudur,129 kadin işçinin öldürüldüğü gündür, "kadinlar gunu" degil, "EMEKÇİ" Kadınlar Günüdür.









Gelsin baba gelsin koca gelsin
Polisiniz devletiniz gelsin
Bakanınız haklarımı versin
Aman istemem üzeri kalsın
Ev işlerini marslılar yapsın
Cadıysam süpürge bana kalsın
Olursa çocuk yaparım olsun

İstemezsem soyları kurusun
Çitmişim ben çekirdek aileyi
Kırmışım kendi testimi
Bundan böyle ne bacı ne bayan
Hayatta olmam ben adam
Cinayetinize sessiz kalmaz
Yastık değildir köşede durmaz
Kol kırılsa yen içinde kalmaz
Tarih yazar figüran olmaz
Çevir dünyayı tersine dönsün
Seni dövemez dizini dövsün
Kız kardeşlerin sesini duysun
Kadınlar sokaklara dökülsün
Bundan böyle duramam ben evde
Sokağa özgürleşmeye
Bundan böyle ne bacı ne bayan
Hayatta olmam ben adam


1 Mart 2013 Cuma


çok çok üzüldüm ben...

                        



28 Şubat 2013 Perşembe



İnsan belli bir yaşı geçtikten sonra arkadaş edinemez gibi geliyor..Hani yeni tanıştığın bir yerdeysen ve yıllarını verip kazandığın (evet bence kazanmaktır,arkadaş edinmek ki bir insanı kazanmak dünyada yapılabilecek en zorlu şeylerden biridir) kız arkadaşlarından ayrılmışsan tekrar sil baştan aynı heyecanı yaşamak için gücün de kalmıyor "sosyalleşme" hevesinde..Ama önemli..çok önemli kız arkadaş..Bir kere girdin mi o yalnız kalma döngüsüne kırmak çok zor..Tembellik gibi..Ne kadar hoşlanmasan da sürekli tembel olmaktan alamazsın kendini ya hani..o eşofman yapışır üstüne..elinde kumanda sürekli film izlersin falan filan..(Yıllardır çalışıp buna özenen insanlar şimdi ahhh keşkeee diyorlardır ehehe) Neyse konumuz tembellik yapma isteği değil,otuzundan sonra arkadaş edinebilmenin zorluğu..
Ankara'da bana yakın olan bir kaç kişi ile dizginliyordum bu hevesimi..Sonra iş konusunda yaşadığım sıkıntı dolayısıyla bir takım kurslara gitme fikri canlandı..O kollardan İnsan kaynakları yönetimi ilgimizi çekti..Ve ben başladım bir sertifika programına..Nasıl insanlar gelir,nasıl bir ortam olur hiç bir fikrim yoktu..İlk haftalar biraz geriden izlemek ve gözlem yapmakla geçti fakat çok değil bir iki hafta geçtikten sonra birbirine iyi gelen bir kaç kişi ile yakınlıklar doğmaya başladı..Baktım ki çok şeker gibi insanlar neden olmasın dedim..Tamam biliyoruz üniversitede değiliz ve o zamanlardaki gibi başımıza buyruk yaşamıyoruz ama olsundu..İnsana insan gerekti..Arkadaş edinmenin yaşı zamanı yokmuş meğersem :) Geçen haftaki kahve sohbetinin ardından bugün daha kalabalık (toplamda 5 kişi) kız arkadaş grubumla kahvaltı yaptık..Ne kadar özlemişim kadın muhabbetini ne kadar anlatamam..Her insan yeni bir dünya,ucsuz bucaksız derya aslında..Belki ders arasındaki bir çay molasında ışığı görüyorsun ama zaman yaratıp özenli bir şekilde o insanlar için "hazırlanıp" sadece kız muhabbetine gittiğinde asıl tanımaya başlıyorsun insanları..Onun dünyasının seninkinden ne kadar farklı olduğunu ya da ne kadar aynı duygular yaşadığını,kadın olmanın aynılıklarını ve birey olmanın farklılıklarını görüyor ve resmen bakış açısı ediniyorsun..Ama bence hep kazanıyorsun..

Sevdim Ankara'nın bu halini de..Kız muhabbetli Ankara! Bir de hepimiz işe girdik miydi ohooo bizden keyiflisi olmaz gari..

Bol arkadaşlı günler..

Not 1: Çarşamba akşamı Jehan geliyormuş Jehan..Passage Bar'daymış..Bi de aynı gün (03.03.2013) Bilkent'te söyleşisi varmış..Gönül'le plan yapıldı bile..Var mı katılmak isteyen??

Not 2: Cukurambar'daki Liva güzel imiş..Mekan çok geniş ve rahat..Kahvaltı tabakları da güzeldi,sunumda..Servis elemanları da bunaltmıyor..Daha ne?

Şu şarkı beni benden aldı..bakınız;





19 Şubat 2013 Salı

İlki İbrahim Maalouf'un Beirut'u..Çok hüzünlü,çok paramparça..





Yazar Amin Maalouf'un yeğeni..Yıllar sonra Beyrut'a geliyor ve sokaklarında yürürken bu parçayı mırıldanıyor..büyük bir hayal kırıklığı..Eskiden Doğu'nun Paris'i olan Beyrut virane artık..





İkinci Beirut şu çok sevdiğimiz hem coşkun hem hüzünlü müzik yapan canım cancağzım grup..Sen de ahhğğhh orda olsam hafif dumanlı aaaaooooooaaaooo diye bağırmak istemez miydin?? Olmayı istediğim tek yer an itibariyle..biz de burda dinleyelim ozman napalım?

aaaaaaaoooooooooooo aoooooooaaaa aoooooaooooaoooooo..............


















Resimler tabi bana ait değil..Ama bir gün gidip orda fotograf makinemle sokak sokak gezmeyi o kadar çok,o kadar çok istiyorum ki..O kadar olur..Kulağımda da Elephant Gun elbette..

14 Şubat 2013 Perşembe


Çok yıllar önce Big Fish'i izlemiştim yakın zamanda da Life of Pi'yi izledim ve anladım ki masal-filmleri seviyorum ben..Bu sefer belki de masal-filmlerin en çarpıcılarından birini izledim.."The Fall"

Filmle ilgili enteresan bilgiler var; filmin çekimi toplam dört sene sürmüş ve 28 farklı ülke gezilmiş bu ülkeler;


Taj Lake Palace, Lake Pichola, Udaipur, Rajasthan, India
Teges Village, Ubud, Gianyar, Bali, Indonesia
Agra Fort, Agra, Uttar Pradesh, India
Agra, Uttar Pradesh, India
Andaman Islands, India
Argentina
Bali, Indonesia
Brazil
Buenos Aires, Federal District, Argentina
(Jardin Botanico and Jardin Zoologico)
Butterfly Reef, Fiji
Cambodia
Cape Town, Western Cape, South Africa
(hospital scenes)
Chand Baori, Abhaneri, Rajasthan, India
Charles Bridge, Old Town, Prague, Czech Republic
(Blue bandit jumps from bridge)
Chennai, Tamil Nadu, India
Chile
China
Dunsfold Park, Dunsfold, Surrey, England, UK
(model of Fatehpur Sikri for visual effects explosion sequence)
Egypt
Fatehpur Sikri, Agra, Uttar Pradesh, India
Fiji
Hagia Sophia, Istanbul, Turkey
Himalayas, Nepal
Hollywood, Los Angeles, California, USA
India
Italy
Jaipur, Rajasthan, India
(Jantar Mantar)
Jodhpur, Rajasthan, India
(blue city)
Ladakh, Jammu & Kashmir, India
Maldives
Mehrangarh Fort, Jodhpur, Rajasthan, India
Pangong Lake, Jammu & Kashmir, India
Paris, France
Prague, Czech Republic
Romania
Salar de Uyuni, Bolivia
Sossusvlei, Namib-Naukluft National Park, Namibia
South Africa
Spain
Sumatra, Indonesia
Turkey
UK
Valkenberg Hospital, Cape Town, Western Cape, South Africa
(Hospital)
Villa Adriana, Tivoli, Rome, Lazio, Italy,





Sahnelerin hiç birinde özel efekt kullanılmamış. (filmi izleyince ne kadar saygı duyulası bir durum olduğunu göreceksin)Ne acaip değil mi? Bu bilgiler bile başlı başına filmi izlemek için bir neden bence ama ben kolay değilimdir bunlarla yetinmem derseniz buyrun burdan yakın; Küçük kız çocuğu Alexandria kolunu kırmış ve bir hastanede yatmaktadır..Farklı bir nedenden yine o hastanede yatan Roy ile arkadaş olurlar ve her şey Roy'un ona istediği bir şeyi yaptırmak için anlattığı hikaye ile başlar..Sonra Roy'un ağzından dökülen hikaye Alexandria'nın çocuk zihninde canlanmaya başlar..Hikayenin sonlarında Roy masaldan ve hayatından vazgeçmek istese de küçük kızın saf ve ona duyduğu sonsuz güven belki de Roy'u tekrar yaşama bağlayacak şey olacaktır..Belki de? 

Mükemmel bir anlatım mükemmel bir sunum ve küçük kız çocuğu alexandria'ya hayat veren Catinca Undura'nın gerçek hayatta yaşarmışçasına asla rol kesmeden,boğazıma yerleşen kocaman yumruya sebep yeteneği..Her sevimli kız çocuğunun olabileceği kadar meraklı, yaramaz (buz yüklü kamyondaki buzları yalayan :),hastaneye yatmadan yaşadığı travma yüzünden çok korktuğunda altına kaçıran ve gugli,gugli,gugli,go away! diyerek kötülükleri savmaya çalışan zeki kız çocuğu..

Benim için yeri her zaman farklı olacak filmlerden biri idi the fall..En başlarda olacak filmlerden..Belki de küçük kızlarımı düşünüp vazgeçmemek için çabalayan ben'i düşüneceğim..







Sanki film için bestelemiş Beethoven;


5 Şubat 2013 Salı

Hiç bir zaman geç kalmadınız.
Kaç kere yoldan dönmüş de olsanız,
Kaç kere döndürülmüş de olsanız,
Dünyanın bütün günahını taşıyor da olsanız,
Hayatınızdaki her şeyden kendinizi suçlu hissediyor da olsanız,
Kendinizin "yüreğiniz" tarafından kabul edileceğine inanmıyor olsanız da,
Siz yine de "kendinize,yüreğinize" yürüyünüz,
Hiç kimse inanmasa da siz kendinize inanınız..

Hazret


30 Ocak 2013 Çarşamba



ÖLÜLER - JAMES JOYCE (son bölüm)

Arabacı, atları kırbaçladı ve fayton kahkahalar ve vedalaşmalar arasında şakırdayarak yola çıktı. 
Gabriel, diğerleriyle birlikte kapıya gitmemişti, salonun karanlık bir köşesinde durmuş merdivenlere bakıyordu. Karanlıkta, en üst basamağın, hemen altında bir kadın duruyordu, kadının yüzünü göremiyordu, eteğinin yavru ağzı rengi ışık oyunlarıyla siyah-beyaz olmuştu, bu kendi karısıydı, korkuluklara dayanmış, bir şeyi dinliyordu. Gabriel, kadının sükunetine şaşırdı ve o da dinlemeye çalıştı fakat ön kapıdan gelen kahkahalar ve tartışmalardan çok az şey duyabiliyordu birkaç piyano akordu ve şarkı söyleyen bir erkeğin sesini duyabildi.
Gabriel hala salonun karanlığında duruyor ve karısına bakarak şarkıyı tanımaya çalışıyordu, kadın sanki bir şeyin sembolüymüş gibi gizemli bir hava içindeydi, böyle karanlıkta uzaktaki bir şarkıyı dinleyen bir kadının neyin sembolü olabileceğini kendine sordu, bir ressam olsaydı onu o şekilde resmederdi, karanlıkta mavi şapkası saçlarının bronzluğunu ve eteğinin parlak kısımlarını daha da ortaya çıkartmıştı. Eğer bir ressam olsaydı buna 'Uzaktan Gelen Müzik'ismini verirdi.
Dış kapı kapandı ve Kate hala Julia hala ve Mary Jane içeri girdiler, hala gülüyorlardı. 
Ayy, Freddy korkunç öyle değil mi? Gerçekten korkunç!”
Gabriel bir şey söylemedi fakat karısının durduğu yeri merdivenleri gösterdi, şimdi kapı kapalı olduğundan piyano ve adamın sesi daha net duyulabiliyordu. Gabriel elini kaldırarak onlara susmalarını işaret etti, şarkı eski bir İrlanda havasına benziyordu, şarkıcı ise sesine pek güvenemediği gibi sözlerden de emin değil gibiydi. 
ah, yağmur saçlarımı, yüzümü ıslatıyor..ve bebeğim soğukta yatıyor…”
Mary Jane “A, bu Bartel D’Arcy, bütün gece şarkı söylememişti, gitmeden şarkı söylemesini isteyeyim
Kate hala öyle yapmasını söyledi.
Mary Jane hızla ötekilerin önüne geçip, merdivenlere koştu fakat daha tepeye çıkmadan şarkı sustu ve piyanonun kapağı kapandı.
Ah çok yazık, aşağı mı geliyor Gretta?”Gabriel karısının evet diye cevap verdiğini ve aşağı geldiğini gördü, birkaç basamak arkadan da bay Bartell D’Arcy ve bayan O’Callaghan iniyordu.
Mary Jane “
A, bay D’Arcy, hepimiz sizi dinlemek için can atarken böyle yapılır mı?”Bayan O’Callaghan “Ben bütün gece onun yanındaydım, bayan Conroy da öyle…bana çok kötü soğuk aldığını ve şarkı söyleyemeyeceğini söyledi”Kate hala “O bay D’Arcy  kocaman bir yalan!” dedi
Bay D’Arcy kaba bir tavırla “sesim karga gibi görmüyor musunuz?” diye yanıtladı.
Ve aceleyle vestiyere gidip paltosunu giydi, onun bu kabalığından bozulan diğerleri söyleyecek bir şey bulamadılar, Kate hala diğerlerine konuyu kapatmalarını belirten kaşgöz işaretleri yaptı, bay D’Arcy dikkatle boynunu bağladı ve kaşlarını kaldırdı..
Bir an sessizlekten sonra Julia Hala “Havadan” dedi.
Kate hala da hemen “evet herkes grip olmuş” dedi
Mary Jane “
bu sabah gazetede okudum diyorlar ki son otuz yıldan beri bu kadar şiddetli kar yağmamış, tüm İrlanda kar altındaymış”Julia hala “ben karı seyretmeyi çok severim” dedi
Bayan O’Callagan da “ben de. Yerde kar olmazsa, o Yılbaşı tam anlamıyla yılbaşı olmaz” dedi
Kate hala gülümseyerek “Ama zavallı bay D’Arcy karı pek sevmiyor” dedi
Bay D’Arcy vestiyerden geldi, boğazına kadar iliklerini iliklemişti, pişman olmuş bir ses tonuyla, nasıl soğuk aldığını anlattı, herkes üzüldü ve adama bir şeyler tavsiye etti, ve geceleyin boğazına çok dikkat etmesini söyledi, Gabriel konuşmalara katılmayan karısına baktı, tam abajurun altında duruyordu ve gaz lambasının aleviyle birkaç gün önce şöminenin önünde kuruturken gördüğü saçları altın gibi parlıyordu, kadın hala aynı ruh halindeydi ve etrafındakilerden habersiz görünüyordu, sonunda Gabriel’e doğru döndü ve Gabriel kadının yanaklarının kızardığını ve gözlerinin parladığını gördü. Kalbine bir neşe dalgası yayıldı.
Karısı “Bay Darcy söylediğiniz şarkının adı neydi?” diye sordu
Adam “ Aughrim’li Kız, denen bir şarkı, ama sözleri tam hatırlayamıyorum neden yoksa biliyor musunuz?”
“Aughrim’li Kız…aklıma gelmemişti...
Mary Jane “çok hoş bir şarkı, bu gece havanızda olmamanıza çok üzüldüm
Kate hala “şimdi Mary jane bay D’Arcy’nin canını sıkmayalım, onun kızmasını istemem” dedi.
Herkesin hazır olduğunu gören kadın, onları kapıya geçirdi, herkes birbirine iyi geceler diledi.
İyi geceler
İyi geceler
İyi geceler Kate hala ve çok teşekkürler iyi geceler Julia hala
A, iyi geceler Gretta seni görmedim
İyi geceler güle güle gidin
Ortalık hala aydınlanmamıştı, evlerin ve nehrin üstünde donuk, sarı bir ışık vardı ve gökyüzü sanki alçalıyordu, yerlerde karlar erimişti, sadece çatılarda, rıhtımın duvarlarında kar vardı, kasvetli havada kırmızı lambalar hala yanıyordu ve nehrin karşısında, Four Courts binası ağır gökyüzünün önünde bir inzibat gibi duruyordu.
Karısı Bay D’Arcy ile önünden yürüyordu, ayakkabılarını kahverengi bir kağıda sarmış, koltuğunun altına sıkıştırmıştı, ve çamur yüzünden elleriyle eteklerini kaldırmıştı, şimdi tavrında o zerafet yoktu ama Gabriel’in gözleri hala mutlulukla parlıyordu. Damarlarındaki kan vücuduna yayıldı ve gurur, şefkat, neşe gibi duygular beyninde isyan etmeye başladı.
Karısı önünden öyle hafif ve dik yürüyordu ki, sessizce arkadan ona yetişip omuzlarını tutmayı ve kulağına aptalca ama sevgi dolu bir şey söylemek için yanıp tututştu. O kadar narin gözüküyordu ki, onu korumayı ve onunla yalnız kalmayı arzuladı. Özel hayatları birden hafızasında canlandı, ebruli bir mektup zarfı, bir çay fincanının yanında duruyordu ve Gabriel eliyle mektubu okşuyordu, kuşlar sarmaşıkta cıvıldaşıyor, güneş ışığı perdeden döşemeye yansıyordu, mutluluktan yemek yiyemiyordu. Kalabalık platformda duruyorlardı ve adam kadının sıcak eldivenli avucunun içine bir bilet koyuyordu, hava çok soğuktu, pencereden baktı, adamın biri sıcak fırında şişe yapıyordu, kadının yüzü ona çok yaklaşmıştı ve birdenbire fırındaki adama seslendi:
“Ateş sıcak mı bayım?”
Fakat adam fırının gürültüsünden onu duyamadı, duymasa da olurdu, kaba bir cevap verebilirdi.
Yine yoğun bir sevgi dalgası kalbinden, damarlarına yayıldı. Birlikte geçirdikleri ve kimsenin bilmediği, bilemeyeceği ateşli dakikalar gibi, hafızasını aydınlattı. Karısına o anları hatırlatmak istedi, birlikte yaşadıkları sıkıcı yılları unutturmak ve sadece mutlu günleri anımsatmak istedi. Yıllar kendi ruhunu da, karısınınkini de tüketmemişti, çocukları, yazıları, ev işleri ruhlarındaki ateşi söndürmemişti. Bir mektubunda ona şöyle yazmıştı: 
“Böyle kelimeler bana neden soğuk ve manasız geliyor? Senin ismin kadar sevgi dolu başka bir sözcük olamayacağı için mi?”Uzaktaki müzik gibi yıllar önce yazdığı bu sözler geçmişten geri gelmişti, onunla yalnız kalmak istedi, otele gidince yalnız kalabileceklerdi, ona yavaşça seslenecekti:
Gretta!”Belki hemen duymayacaktı, soyunuyor olacağından..sonra sesindeki bir şey onun dikkatini çekecekti, dönecek ve kocasına bakacaktı.
Winetavern Caddesinde bir faytona rastladılar, faytonun sesini duyduğuna sevindi, çünkü konuşmaktan kurtulmuştu. Kadın pencereden bakıyordu ve yorgun gözüküyordu. Diğerleri bazı caddeleri veya binaları göstererek, sadece birkaç kelime konuştular. Yorgun at karanlık sabahta dörnala gitmeye başladı, Gabriel yine onunla faytondaydı, gemiye yetişmek için, balayına gitmek için dörtnala gitmişlerdi, fayton  O’Connel Köprüsünü geçerken bayan O’Callaghan 
Bu köprüyü beyaz bir ata rastlamadan geçmek mümkün değilmiş derler” dedi.
Gabriel “ Ben şu anda beyaz bir adam görüyorum” dedi.
Bay D’Arçyi “nerde?” diye sordu.
Gabriel üzeri karlarla kaplı heykeli gösterdi. Sonra tanıdık biriymiş gibi heykele el salladı. Ve “İyi geceler Dan” dedi.
Fayton otelinin önüne gelince, Bay D’Arcy’nin itirazlarına rağmen Gabriel aşağı atladı ve faytoncuya ücreti verdi, adam selam verdi ve 
“ Mutlu yıllar beyim” dedi.
sana da”Karısı faytondan inerken bir an kocasının koluna yaslandı, kaldırımda durup diğerlerine iyi geceler dilediler, kadın hafifçe onun koluna yaslanıyordu, birkaç saat önce dans ettiklerindeki kadar hafifti, adam o zaman gururlu ve mutlu hissetmişti, çünkü kadın onundu, onun zerafetinden gurur duymuştu, fakat şimdi bu kadar hatırıdan sonra, onun vücudunun ilk dokunuşu, musiki gibi, parfümlü, bir şehvet duygusu yarattı, kolunu kadının vücuduna bastırdı, ve otelin kapısında durdukları zaman hayatlarından, görevlerinden evden ve arkadaşlarından kaçıp, yeni bir macera yaşayacaklarmış gibi hissetti. 
Bir adam salona kocaman bir sandalye taşıyordu, odada bir lamba yaktı ve önlerinden merdivenlerden çıkmaya başladı. Onlar da sessizce adamı takip ettiler, ayakları kalın halıya yumuşakça gömülüyordu, karısı hamalın peşinden merdiveni çıktı, narin omuzları yorgunluktan bükülmüş, başı yana eğilmişti, Gabriel kollarını karısının belinden tutup, kucaklamak isteğiyle yanıyordu, tırnaklarını avucuna batırarak bu vahşi arzuya karşı koyuyordu, hamal lambayı koymak için durdu, onlar da durdular, Gabriel tepsiye düşen balmumu damlalarının sesini ve kendi kalp atışlarını duyabiliyordu.
Hamal onlara koridor boyunca eşlik etti ve bir kapıyı açtı, sonra lambayı tuvalet masasının üzerine koydu ve sabah saat kaçta uyandırılmak istediklerini sordu. 
Gabriel “Sekiz” dedi.
Hamal elektrik düğmesini gösterdi ve özür diledi. Gabriel onun lafını kısa kesti.
“Işık istemiyoruz, caddeden yeterince ışık geliyor, hem bu değerli lambayı da götürebilirsin” dedi. Hamal lambayı aldı ama bu fikir onu şaşırtmıştı, sonra iyi geceler dileyip, gitti. Gabriel kapıyı kilitledi.
Caddedeki sokak lambasından gelen ışık pencereden kapıya kadar yeri aydınlatıyordu, Gabriel paltosunu ve şapkasını çıkardı ve odanın karşısına geçti, duygularını biraz bastırmak için pencereden baktı, sonra döndü ve sırtı ışığa dönük olarak şifonyere yaslandı, karısı pelerinini ve şapkasını çıkartmış, büyük aynaya bakıyordu, Gabriel, bir an durdu, ona baktı ve sonra:
“Gretta” dedi.
Kadın yavaşa ona döndü ve ışık huzmesinde yürüyüp ona doğru geldi, yüzü öyle ciddi ve yorgun gözüküyordu ki, kelimeler Gabriel’in dudaklarına gelemedi. Hayır daha sırası değildi.
“Yorgun gözüküyorsun”
“Biraz”
“Hasta değilsin ya?”
”Yok, sadece yoruldum o kadar

Kadın pencereye gitti orada durdu ve dışarı baktı. Gabriel bekledi ve kendine güveninin kaybetmekten korkarak 
Sırası gelmişken Gretta” dedi
“Ne oldu?”
“Şu zavallı Malins’i biliyorsun”
“Evet ne olmuş ona?”
”Ona ödünç verdiğim altın lirayı geri verdi, beklemiyordum gerçekten. Yazık ki, şu Browne’dan uzak duramıyor, yoksa kötü bir adam değil”
Gabriel kızgınlıkla titriyordu, kadın neden bu kadar dalgın gözüküyordu? Nasıl lafa başlayacağını kestiremiyordu, onun canı da bir şeye sıkılmıştı? Kendisinden yana doğru dönse, bir aynı frekansı tuttursalardı. Ona bu haldeyken dokunmak kabalık olurdu. Hayır, önce, gözlerinde bir kıvılcım görmesi gerekiyordu, kadının bu tuhaf halini değiştirebilmeyi istiyordu.
Karısı bir anlık sessizlikten sonra
Parayı ona ne zaman vermiştin?” diye sordu.
“Geçen Noel’de, Henry caddesindeki şu küçük kartpostal dükkanını açtığında”Adam kızgınlık ve arzudan o kadar yanıyordu ki, kadının pencerenin yanından geldiğini fark etmedi, kadın onun önünde durdu ve adama tuhaf bir şekilde baktı, sonra parmak uçlarında yükseldi, ellerini kocasının omuzlarına dayadı ve onu öptü.
Çok cömert bir insansın Gabriel” dedi.
Gabriel bu beklenmedik öpücüğün ve hoş sözlerin verdiği mutluluktan titreyerek, ellerini kadının saçlarına koydu ve parmaklarıyla dokunarak, arkaya doğru taramaya başladı. Banyodan sonra saçları yumuşak ve parlakdı, Gabriel’in kalbi mutlulukla çoşuyordu, tam onunla aynı  frekansı tutturmayı arzuladığında, dileği yerine gelmişti, belki o da aynı şeyleri düşünüyordu, belki o da aynı şeyleri arzuluyordu, sonra kadın yine o durgun haline döndü, Gabriel neden bu kadar dalgın olduğunu merak etti.
Kadının başını ellerinin arasındaydı, sonra bir kolunu yavaşça vücuduna dolayarak, onu kendine çekti ve yumuşak bir ses tonuyla sordu:
Gretta ne düşünüyorsun?”Kadın cevap vermedi, kolunun dolanmasına da tam anlamıyla izin vermedi. Adam tekrar
Söyle Gretta, galiba sorunun ne olduğunu biliyorum, ne dersin?”Kadın yine cevap vermedi sonra gözyaşlarına boğuldu.“Şu şarkıyı düşünüyordum: Aughrim’li Kız”Kadın, onun kollarından kurtulup, kendini yatağa attı ve kollarıyla yüzünü sakladı, Gabriel şaşkındı, sonra onu takip etti, tuvalet masasının aynasının önünden geçerken, uzun boylu,giysisi tam oturmuş, kenarları yaldızlı parlayan gözlükleriyle kendi yansımasına baktı, aynadaki hali onu hep şaşırtırdı, kadının birkaç adım ötesinde durdu ve sordu:
Ne olmuş şarkıya? Seni ağlatacak nesi var?”Kadın başını ellerinin arasından kaldırdı ve bir çocuk gibi elinin tersiyle gözlerini sildi, adamın sesi çok daha nazik bir tona bürünü ve yine sordu
Neden Gretta?”
“Uzun yıllar önce bu şarkıyı söyleyen birini düşünüyordum”
Gabriel gülümseyerek “
Uzun zaman önceki bu kişi kimdi?”Büyükannemle Galway’de otururken tanıştığım biriydi
Gabriel’in yüzündeki gülümseme kayboldu, beyninin derinliklerine bir kızgınlık yerleşti ve şehvetinin sönmüş ateşi damarlarında kızgın kızgın akmaya başladı.
Alayla “ 
Aşık olduğun biri miydi?”Michael Furey adında genç bir oğlandı, bu şarkıyı, Aughrim’li Kız’ı söylerdi, çok hoş biriydi”Gabriel ses çıkarmadı, kadının bu hoş oğlanla ilgilendiğini söylemesini istemiyordu.
Kadın bir an sonra, “
Gözümün önüne geliyor, büyük, siyah gözleri vardı ve o gözlerindeki ifade!...”O halde ona aşıktın?”
“Onunla yürüyüşe çıkardık”
“Belki şu kızla o yüzden Galway’e gitmek istiyordun?”
Karısı ona şaşırarak baktı:
”Neden?”Gözlerindeki ifade Gabriel’i aptallaştırdı, omuzlarını silkti ve
“nereden bilebilirim? Belki onu görmek için” dedi.
Kadın gözlerini ondan kaçırarak pencereden gelen ışık huzmesine doğru sessizce baktı
“O öldü, 17 yaşındayken öldü, o yaşta ölmek ne kadar korkunç değil mi?” dedi.
Gabriel hala alayla
Ne iş yapıyordu?” diye sordu.
“Havagazı şirketinde çalışıyordu”Gabriel alaycılığı suya düştüğü ve ölmüş adamın hayali yüzünden kendini küçük düşmüş hissetti, kendisi özel, gizli yaşamlarının arzu ve mutluluk dolu hatıralarıyla doluyken, karısı onu bir başkasıyla mukayese ediyordu, içi utanç duygusuyla kaplandı, kendisini komik, iyi niyetli, kabasaba insanlara karşısında kendini beğenmiş, sinirli, duygusal, ve gülünç şehvetini idealleştiren, palyaço gibi komik bir adam gibi görüyordu. Kadının alnında yanan utancını görmesini için içgüdüsel olarak arkasını iyice ışığa verdi.
Konuşurken soğuk ses tonunu korumaya çalıştı ama ağzını açınca, mütevazi ve durgundu.
Sanırım bu Michael Furey’e aşıktın” dedi.
Gretta“ Harika zamanlardı” dedi.
Sesi üzgün ve esrarlıydı, Gabriel, şimdi onu düşündüğü noktaya getirmeye çalışmanın boşuna olacağını hissederek, kadının bir elini okşadı ve üzgün bir şekilde sordu:
Neden bu kadar genç yaşta öldü Gretta?”
“Galiba benim yüzümden öldü”
Bu cevap Gabriel’in  büyük bir korkuya kapılmasına yol açtı, sanki tam zafere ulaşacakken, görünmez ve intikam almak isteyen bir varlık, tüm gücüyle ona doğru geliyordu. Ama bir çabayla bu hissi kafasından attı ve kadının elini okşamaya devam etti, tekrar soru sormadı çünkü kadının anlatacağını hissetmişti, kadının eli sıcak ve nemliydi, okşayışına karşılık vermedi ama o yine de okşamaya devam etti, o bahar sabahı kadından gelen ilk mektubu okşadığı gibi..
Gretta anlatmaya başladı: “Kıştı, büyükannemin yanından ayrılıp, buraya manastıra gelecektim, o sırada o hastaydı ve dışarı çıkmasına izin verilmiyordu, ailesinin söylediğine göre bunalımdaydı, ya da öyle bir şey tam olarak bilmiyorum”Kadın bir an durdu ve içini çekti. 
 “
Zavallı şey, benden çok hoşlanıyordu ve çok nazik bir çocuktu, birlikte yürüyüşe çıkardık, biliyorsun Gabriel burada herkes böyle yapar, sağlığı için şarkı dersleri alıyordu, çok güzel bir sesi vardı, zavallı Michael Furey”
“ee sonra ne oldu?”
Sonra benim Galway’den ayrılma vaktim gelince daha kötüleşmiş, onu görmeme izin vermediler ben de bir mektup yazıp, Dublin’e gideceğimi ve yazın döneceğim, o zaman onu iyileşmiş görmeyi umduğumu söyledim”Bir an durdu ve sesini kontrol etti, sonra devam etti:
Yola çıkmadan önceki gece, Nun Adası’nda büyükannemin evindeydi, bavullarımı topluyordum, pencereme çakıl taşları atıldığını duydum, cam o kadar ıslaktı ki, kimseyi göremedim sonra aşağı indim, bahçeye çıktım, zavallı orada tirtir titriyordu”
“Ve sen ona geri dönmesini söylemedin ?”
”Derhal eve dönmesini, bu yağmurda soğuktan öleceğini söyledim, ama yaşamak istemediğini söyledi, gözleri hala gözümün önünde, duvarın ucunda, ağacın orada duruyordu.”
“Evine gitmedi mi?”
“Gitti, manastırdaki ilk haftamda öldüğü duydum, Oughterard’a gömmüşler, onun öldüğünü duyduğum gün….”
Kadın durdu ve gözyaşlarıyla sarsıldı, bu duygusal sarsıntı yüzünden kendini yüzükoyun yatağına attı ve suçlu suçlu ağladı, Gabriel onun elini biraz daha tuttu, sonra kadının yasına hürmet etmek için onu yalnız bıraktı ve pencerenin yanına gitti. Gretta derin bir uykuya dalmıştı.
Gabriel dirseğini dayanmış, kadının karmançorman saçlarına, aralık ağzına bakıyor, derin soluklarını dinliyordu, onun hayatında ne kadar önemsiz bir rol oynadığını düşünerek acı çekiyordu, demek hayatında bir aşk macerası yaşamıştı, bir erkek onun için ölmüştü, uyurken onu seyretti, sanki daha önce hiç karı-koca olmamışlar gibiydi..kuşkulu gözleri kadının yüzünde, saçlarındaydı..o zamanlar, daha gençkız güzelliğindeyken nasıl biriydi? Karısı için tuhaf, dostça bir acıma hissi duydu, kadının yüzünün artık güzel olmadığını kendisine bile söylemekten hoşlanmıyordu ama o yüz Michael Furey’in ölümüne neden olan yüz değildi..
Belki karısı hikayenin tamamını anlatmamıştı, gözleri elbiselerinin bir kısmını attığı sandalyeye ilişti, içetekliğinin danteli sarkıyordu, çizmesinin teki dik duruyordu, yarım saat önceki duygu sağanağını düşündü, nereden kaynaklanmıştı? Halasındaki akşam yemeğinden, kendi salak konuşmasından, şarap ve danslardan, salondaki neşeli iyi geceler dileklerinden, karlı nehir kıyısındaki hoş yürüyüşten mi? Zavallı Julia hala, o bile Patrick Morkan ve atının mezar taşının gölgesinde, bir gölge olacaktı..Düğün şarkısını söylerken, bir an yüzündeki çökmüş ifadeyi yakalamıştı, belki kısa süre sonra aynı salonda siyahlar giyerek, dizlerinin üzerinde siyah şapkasıyla oturacaktı, perdeler çekilecek, Kate hala ağlayarak yanında duracak, burnunu çeke çeke Julia’nın nasıl öldüğünü anlatacaktı, o da kadını teselli edecek bir şeyler söylemek isteyecek ama kuru birkaç kelimeden başka bir şey bulamayacaktı. Evet, evet çok yakında böyle olacaktı.
Odadaki soğuk hava omuzlarını ürpertti, örtülerin altına girip, karısının yanına uzandı, birer birer herkes gidiyordu, tutkularla doluyken, solmak ve yaş ilerledikçe çökmektense, öbür dünyaya cesurca gitmek daha iyiydi, karısının sevgilisinin gözlerinin hayalini yıllarca kalbine nasıl gömdüğünü düşündü.
Gabriel’in gözlerine yaşlar doldu, daha önce hiçbir kadın için böyle hissetmemişti bu duygu aşk olmalıydı, yaşlar daha da arttı ve yarı karanlıkta, yağmur damlalarının döküldüğü ağacın altında duran genç çocuğun hayali gözünün önüne geldi, Diğer şeyler de yakındaydı, ruhu ölmüşlere
  odaklanmıştı, onların bilinmeyen varlıklarını fark ediyor ama değişken ve oynak varlıklarını anlayamıyordu, kendi kimliği gri, görülmeyen bir dünyada yavaş yavaş soluyordu: Ölmüşlerin vaktiyle yaşadığı gerçek dünya ise yavaş yavaş yok olup, küçülüyordu.
Camlara vuran hafif tıkırtılar yüzünden pencereye baktı, yine kar başlamıştı, uykulu gözlerle, lambanın ışığının karşısına düşen gümüş ve siyah renkli kar taneleri seyretmeye başladı, batıya doğru yolculuğa çıkmasının zamanı gelmişti, evet gazeteler doğru söylüyordu, İrlanda’nın tümü kar altındaydı, her yere, ağaçsız tepelere kar yağıyordu, Micheael Furey’in gömüldüğü tepedeki metruk kilisenin mezarlığına, mezar taşlarının üzerine, haç işaretlerine, çıplak dikenlerin üstüne, Allen bataklığına, biraz daha batıdaki Shannon nehrinin siyah, asi dalgalarına da kar yağıyordu, tüm dünyanın üzerine kar yağarken Gabriel’in ruhu yavaşça çalkalanıyordu, kar, sanki tüm yaşayanların ve ölmüşlerin üzerine kendi sonlarını hatırlatır gibi yağıyordu.
SON
Yazan: JAMES JOYCE
Çeviren: Müjde Dural

;;