28 Ağustos 2012 Salı









Eve kavuşma heyecanından sonra gelmesi gereken diğer hasret dolu davranış film izlemekti..Ve elbette ne zamandır aklımda olan eve dönüşü kutlayabileceğim bir film olmalıydı..O film Midnight in Paris idi..

Bir Woody Allen filmi olan Midnight in paris Allen dialogları ve tarzı ile tanış olarak karşılıyor ilk sahneden itibaren..muhteşem paris şehri karşısında herkesin ağzından dökülen cümlenin negzel bir şehirrr olduğundan çok eminim..

Filmin başrol oyuncusu Owen Wilson sanırım çok çalışarak yapmış olmalı bunu , gerçek bir Allen aktörü..mimikler,eller kollar buram buram Allen kokuyor ki bu hafif şaşkın ama ne istediğini bir gün mutlaka bulacağına olan inancı tam karakterin kokusunu hoş buluyorum..yeşil limon gibi..

Filmi izlerken hep ama hep yine aynı cümle dönüp durdu kafamın içinde..Charles Baudelaire'in sözü; "Her nerede değilsem orada mutlu olacakmışım gibi gelir"..bi ara sıklıkla yaşadığım bu his uzun zamandır uğramıyor bana..ne mutlu..ama bu hissiyatı iyi tanıyan biri olarak film sırasında eski dosta selam çakmayı ihmal etmedim..neyse efenim ne diyorduk;Gil (wilson) kafası karışık,karmakarışık bir yazar..Holivudda kiralık kalem! iken Paris'e geldiğinde başladığı bağımsız ve özgün romanına daha bir yakınlaşıyor ve aslında adam Paris'te yaşamak istediğini anlıyor..İstiyor ki Paris'in buram buram sanat kokan,zamanda diğer ülkeler kadar hızlı ilerlememiş bu şehirin yağmuru altında romantizmin dibine dibine vursun..Adam yağmurdan hoşlanan bir kadın arıyor yahu..bence gayet yeterli bir sebep :)) Ve fakat güzel ve ağır amerikan nişanlısı İnez (Rachel McAdams) hayatınızda görebileceğiniz sayılı gıcık aileye sahip ve her aramayıp olduğu haliyle mutlu olan insanın basitliğine sahip bir kadın..Mutlu olan demeyelim de şey diyelim farkındalıkların cezbediciliğine kapılmamış bir kadın..

Bi de hani ilişkilerde bi yere gidince bozulan bir hal vardır..yani varolunan yerde, sıradan hayatlarında çok farkedilmez de mekan değişince o ilişkiye bişiler olur..ne sen eski sensindir artık ne de aşık olduğun kişi..olur bu bazen..tabi manyak gibi aşıksan ve eminsen geri döndüğünde herşey yolunda devam eder ama bazen de ya geri dönmezsin ya da döndüğünde herşey değişmiştir artık..bunu da görüyoruz filmi izlerken işte..anlatabildim mi ya? Bence çok anlatamadım ama napim..bu kadar oldu..filmi izlemek lazım..

Filmi izlerken birdenbire nasıl oldu ki şimdi bu diye mantıklı bir açıklama yapmaya ihtiyaç duymadan zamanda geri dönüşler yaşamaya başlıyoruz..Belki aldığı haplar belki beyninin oynadığı bir oyun belki de hakaten oluyor..dedim ya buna mantıklı bir sebep aramak gayet yüzeysel bence.oluyor işte..ve bu olduğunda sizi Dali'ler (muhteşemmmmm Adrian Brody) Picasso'lar,Hemingway'ler (ki ben en çok Dali ve Hemingway'i beğendim),Fitzgerald'lar karşılıyor sizi 1920'lerin Paris'in de.





eve yeni dönmüşseniz ve yayılıp güzel bir 90 dakika geçirmek istiyorsanız izleyiniz..

bi takım notlar: Çokbilmiş dantel paul yansın bitsin kül olsun bence..
Hehe dedektif olayı güzeldi çok güzeldi..
Marion Cotillard'ın canlanırdığı Adriana karakteri ile şarap içmek isterdim..
Picasso ile yaşamak diye bir film varmış..E onu da isleyelim ozman..




;;