21 Ekim 2010 Perşembe

Dar sokaklarda gezinirken "yağmuru sever misin,al sana yağmur "diye geçiriyordum kendime mahsustan kızarmış gibi yaparak...

Kızmıyordum zira..Bu kadar huzurluyken ve üstelik aylardır bu serinlikteki yağmuru beklerken sadece kızarmış gibi yapabilirdi,o da eski alışkanlık..Kötü bişi yaşandığında en önce ve en çok kendini suçlar, işleri düzeltmek, insanların gönlünü almak için insanüstü bir çabayla çırpınıp dururdu..Ne yazık..En çok yıkımı o kendine verirdi de kimseler farketmezdi içindeki fırtınaları..Daha gençken çok bekledi insanlardan yaptıklarını görsünler de ufacık da olsa bi takdir etsinler diye...Ne çok bekledi..Beklerdi..Sonra zamanla hem artık bekleyecek kadar genç değildi hem de yorulmuştu...Bi de insanlara eskisi kadar değer vermiyordu..-Kendine de vermiyordu hala ya-..Bunu farkettiğinde içi sızlamıştı..Ama artık o da yerini kocaman bi boşluğa bırakmıştı işte..

Yağmuru sevmesinin nedeni;yağmurun insanlara yalnız kalma şansı tanıdığını düşündüğündendi..Yağmur yağarken şemsiye altına iki kişi ile yürümenin saçmalığına inanır ve birisi teklif edecek olsa sığmayız oraya diyerek reddederdi teklifi..Hem yalnız kalmış olurdu hem de reddedişine bir bahane...Bu kadar insanların ne düşündüğünü umursayıp yine de mümkünse insansız bir dünyada yalnız olmayı tercih etmeyi nasıl oluyordu da aynı bedende toplayabiliyordu..Cevabını bilmediği bir soru daha işte..!!

Birden ayağı kaydı yağmurdan ıslanmış dar sokaklardan geçerken..Düşerken kalçasını korumak için elini kullanınca toprak yoldaki ufacık taş taneleri ellerine battı..Kötü kaymış eline batan taşlar canını epey yakmıştı..Hafif de kanıyordu..Çocukken oyun oynarken ne çok düşerler ve kanatırlardı oralarını buralarını...Onun bi de biraz koşunca dalağı şişer arkadaşları oyuna son hız devam ederlerken o bi kenara çekilir şişmiş dalağının inmesini beklerdi..O zamanlarda bile onlarla oynarken değilde kenarda oturup onları seyrederken daha huzurlu hissederdi kendini..O zamanlar kendini ispatlamaya gerek duymazdı..Kendinden başka kimseyle konuşmaya da..en çok kendini sever en çok kendiyle dalaşırdı...Kendini güzel bulmak için bi sürü şey yapar ama o güzel halini kimselere göstermek istemezdi..Zaten annesinin zoruyla gittiği psikiyatrda ona "yalnız kalma hastalığınız" var sizin demişti..O da doktor müsvettesine nietzsche'nin şu sözünü söyleyerek çıkmış bir daha da adım atmamıştı o bembeyaz saçma döşenmiş odaya ; 'Kimine göre yalnızlık,hasta kişinin kaçışıdır; kimine göre de, hasta kişilerden kaçıştır..'

Şimdi kanayan eline cebinden daha önce kullandığı ve orda unuttuğu kağıt mendili bastırıyordu.."Epey kanadı be" diye düşündü...Halbuki hep yorgun ve bitkin hissederdi..Sanki vücudunda kan değil de su dolanır gibi...Şimdi bu kadar kanı görünce dudağının kenarı ile gülümser gibi yaptı.."Kansız değilmişim lan!"

Bi de o gün öyle gelmişti ; sanki bedenindeki tüm kanı kuvete boşaltmış gibi..O saçma gece..Sevgilisinden ayrıldığı o gece...Hayatına son vermek istediği gece...Bileğinden oluk oluk kan akmaya başladığında ikna olmuştu damarlarında aslında gerçekten kan aktığına...Sonra biraz yavaşlar gibi olduğunda kanın akışı bu sefer başı dönmeye başlamış, kuvetin içi kırmızıya kesmişti bile..O gün özellikle hiç bişi yememiş, annesine küvetin içine kusarak iş çıkarmak istememişti...Kanı temizlemek daha kolaydı ne de olsa...

Şimdi bu dar sokakta ve sağnak yağmurun altında nereye gittiğini bilemeden dolaşırken yaşadığı en son anın o an olduğu farkederek durdu...Herşey durdu...Etrafına bakındı..Kimse yoktu..Tam da olmasını istediği gibi..Yapayalnızdı...Elinden akan kan durmuyor eski kağıt mendili kırmızı renge dönüştürmeye devam ediyordu..

Bi ses duyar gibi oldu...Annesinin sesi olduğuna nerdeyse emindi ama ne işi vardı ki annesinin burda?? Nolur yardım edin diye bağırıyordu annesi...Sonra ses gitgide uzaklaştı ve o dar sokakta elinden akan kanla , arkasında damlacıklar bırakarak sonsuz yalnızlığa adım adım biraz daha.....

;;