28 Ekim 2010 Perşembe
Tamamm tamamm pes!!
Salak ve mutlu olma teklifinizi kabul ediyorum..
alayım şimdi iç huzurunu...sen de tut şu beyni..yeni çıkarttım daha dikkat et kayar...Yaw ne diyorum ben sana?? Al işte..bi beyni tutmaktan acize emanet ettiğim şeye bak...
Şimdi nasıl hissedeceğim? Düşünmeden hissedeceğim demek..Anladım..Hadi bakalım..Düşünmeden nasıl oluyor ki?? Mutlu mu oluyor?? Hımm..E iyi madem..Amaç da buydu zaten di mi ama??
cıızztttt!!!
27 Ekim 2010 Çarşamba
Etiketler: ezginin günlüğü, zerdaliler
kendime yüklencem bugün..zaten suratım da mahkeme duvarı gibi...siz kaçın kendinizi kurtarın...
0 yorum Gönderen Umudum zaman: Çarşamba, Ekim 27, 2010
ben bu dünyada;
*en çok ağzından çıkanı kulağı duymayan
*sokaklarda dili yerde gezen (neden bi düşün?)
*söylediği sözü yiyen
insanım...
kızgınım kendime...
al sana bi örnek..lafa bak;"Aldığım kararları uygulayabilme lüksünü bi nikotin bağımlılığına satmam.." pöhhhh!!!!
http://umuddevrimtuna.blogspot.com/2010/04/isszlklarn-kesistirdigi-ruhlar-barnda.html
26 Ekim 2010 Salı
aritmetik sevda...(takıldım Ümmüşen'e bırakamıyorum)
3 yorum Gönderen Umudum zaman: Salı, Ekim 26, 2010sen bir bir incelemiştin
benle geleceğinin artısını eksisini yar
ben hesap yapmadım
çünkü bilirdim sensiz geçen dakikam zarar
yar.. yar..
o nasıl hesaptı yar
bir eksiği artılara çarp...eksi sonuçlar..
yar.. yar..
bana uymuyor bu hesaplar
iki olumsuzluktan çıkan olumluluklar
gözlerin gözlerime dokunsa gördüğüm anlamlanırdı..
sözlerin sözlerimi okşasa dediğim nakışlanırdı..
yar.. yar...
ne zaman gördüysem seni yar
yürek salıncaklarda uçar
göklere konar
yar... yar...
ne zaman düşünsem seni yar
yürek alır başını çıkar
mavilik toplar..
sen toplayıp çıkarmıştın
benimle bir yaşamın girdisini cıktısını yar
ben hesap yapmadım
çünkü bilirdim
sen yoksan ben külliyen zarar
yar... yar...
şimdi denkleşmekte hesaplar
sen kardan etmektesin zarar
ben zarardan kar..
yar...yar...yıllar sonra tuttum izanlar
ne bende zarar ne sen de kar
elde sıfır var..
yollarım yollarına baglansa
kaf dağlarını aşardım
kollarım kollarına dolansa
dünyaları kucaklardım..
yar.. yar...
ne zaman gördüysem seni yar
yürek salıncaklarda uçar
göklere konar
yar... yar...
ne zaman düşünsem seni yar
yürek alır başını çıkar
mavilik toplar..
Etiketler: aritmetik sevda, ümmüşen
Etiketler: istersen hiç başlamasın.murathan mungan, yeni türkü
25 Ekim 2010 Pazartesi
serinlik-ne soğuk ne sıcak..ne huzurlu ne huzursuz gibi tıpkı..yokmuşsun gibi handiyse..
9 yorum Gönderen Umudum zaman: Pazartesi, Ekim 25, 2010
kendimi bugün eski İstanbul sokaklarında ahşap bi evde- belki samatya belki balat- hayal ediyorum...
sabah henüz çok erken..hava güzel olacak öğleye doğru ama şimdi serince...
İstanbul sokaklarında hayal ediyorum kendimi...
Ahşap bi evde otursam..Camlarını açınca serinlikle beraber ezan sesi süzülse kulaklarıma, kocaman kolçaklı kumaşı eprimiş koltuğumda hareketsiz duran ben bi sigara yaksam..Demli çayım içimi ısıtsa...Açık pencereden gelen serinliğe inat..
Evimin en sessiz ve en huzurlu halini kaçırmamış olmaktan memnun yürek daralmalarımla barışık olsam..
İstanbul'un eski sokaklarından birinde mutsuz mu , mutlu mu olduğumu çözemesem...
Telefon hiç çalmayacak olsa..Kimseyi beklemiyor olsam..Öyle koltukta bi ben..
Ayaklarım ahşap yerlere bastığımdan üşüse...Kimse ayakların üşür giy terliklerini demese..Kimsenin beni düşünmüyor olması canımı yakmasa...Bi ben otursam o kocaman kolçaklı,kumaşı eprimiş koltuğumda..
Çok sigara içsem, kimse demese bak çok öksürüyorsun bırak şu meredi diye...Ayaklarım soğuk, ağzımda sönmeyen sigaram otursam ben...
Eski İstanbul sokaklarından birinde olsam bugün...
Kimse aramasa sormasa...
22 Ekim 2010 Cuma
sevdiğime;
seni yerlerde göklerde bulamazlarken...
bende gizli olduğunu sezenler olmuş...
dumlu dumluymuşsun yüreğimde..
kımıl kımılmışsın bileklerimde...
domur domur ter ışıl ışıl fer
ellerimde gözbebeğimde..
aramızda dağlar yollar yıllar var iken...
beni sana sımsıkı sarılı görenler olmuş...
sargın yaprakmışım dallarına
yangın toprakmışım yağmurlarına...
türkü olmuşsun...
umudummuşsun
sevdama yarınlarıma...
Etiketler: ertuğrul özkök, marilyn monroe
21 Ekim 2010 Perşembe
Dar sokaklarda gezinirken "yağmuru sever misin,al sana yağmur "diye geçiriyordum kendime mahsustan kızarmış gibi yaparak...
Kızmıyordum zira..Bu kadar huzurluyken ve üstelik aylardır bu serinlikteki yağmuru beklerken sadece kızarmış gibi yapabilirdi,o da eski alışkanlık..Kötü bişi yaşandığında en önce ve en çok kendini suçlar, işleri düzeltmek, insanların gönlünü almak için insanüstü bir çabayla çırpınıp dururdu..Ne yazık..En çok yıkımı o kendine verirdi de kimseler farketmezdi içindeki fırtınaları..Daha gençken çok bekledi insanlardan yaptıklarını görsünler de ufacık da olsa bi takdir etsinler diye...Ne çok bekledi..Beklerdi..Sonra zamanla hem artık bekleyecek kadar genç değildi hem de yorulmuştu...Bi de insanlara eskisi kadar değer vermiyordu..-Kendine de vermiyordu hala ya-..Bunu farkettiğinde içi sızlamıştı..Ama artık o da yerini kocaman bi boşluğa bırakmıştı işte..
Yağmuru sevmesinin nedeni;yağmurun insanlara yalnız kalma şansı tanıdığını düşündüğündendi..Yağmur yağarken şemsiye altına iki kişi ile yürümenin saçmalığına inanır ve birisi teklif edecek olsa sığmayız oraya diyerek reddederdi teklifi..Hem yalnız kalmış olurdu hem de reddedişine bir bahane...Bu kadar insanların ne düşündüğünü umursayıp yine de mümkünse insansız bir dünyada yalnız olmayı tercih etmeyi nasıl oluyordu da aynı bedende toplayabiliyordu..Cevabını bilmediği bir soru daha işte..!!
Birden ayağı kaydı yağmurdan ıslanmış dar sokaklardan geçerken..Düşerken kalçasını korumak için elini kullanınca toprak yoldaki ufacık taş taneleri ellerine battı..Kötü kaymış eline batan taşlar canını epey yakmıştı..Hafif de kanıyordu..Çocukken oyun oynarken ne çok düşerler ve kanatırlardı oralarını buralarını...Onun bi de biraz koşunca dalağı şişer arkadaşları oyuna son hız devam ederlerken o bi kenara çekilir şişmiş dalağının inmesini beklerdi..O zamanlarda bile onlarla oynarken değilde kenarda oturup onları seyrederken daha huzurlu hissederdi kendini..O zamanlar kendini ispatlamaya gerek duymazdı..Kendinden başka kimseyle konuşmaya da..en çok kendini sever en çok kendiyle dalaşırdı...Kendini güzel bulmak için bi sürü şey yapar ama o güzel halini kimselere göstermek istemezdi..Zaten annesinin zoruyla gittiği psikiyatrda ona "yalnız kalma hastalığınız" var sizin demişti..O da doktor müsvettesine nietzsche'nin şu sözünü söyleyerek çıkmış bir daha da adım atmamıştı o bembeyaz saçma döşenmiş odaya ; 'Kimine göre yalnızlık,hasta kişinin kaçışıdır; kimine göre de, hasta kişilerden kaçıştır..'
Şimdi kanayan eline cebinden daha önce kullandığı ve orda unuttuğu kağıt mendili bastırıyordu.."Epey kanadı be" diye düşündü...Halbuki hep yorgun ve bitkin hissederdi..Sanki vücudunda kan değil de su dolanır gibi...Şimdi bu kadar kanı görünce dudağının kenarı ile gülümser gibi yaptı.."Kansız değilmişim lan!"
Bi de o gün öyle gelmişti ; sanki bedenindeki tüm kanı kuvete boşaltmış gibi..O saçma gece..Sevgilisinden ayrıldığı o gece...Hayatına son vermek istediği gece...Bileğinden oluk oluk kan akmaya başladığında ikna olmuştu damarlarında aslında gerçekten kan aktığına...Sonra biraz yavaşlar gibi olduğunda kanın akışı bu sefer başı dönmeye başlamış, kuvetin içi kırmızıya kesmişti bile..O gün özellikle hiç bişi yememiş, annesine küvetin içine kusarak iş çıkarmak istememişti...Kanı temizlemek daha kolaydı ne de olsa...
Şimdi bu dar sokakta ve sağnak yağmurun altında nereye gittiğini bilemeden dolaşırken yaşadığı en son anın o an olduğu farkederek durdu...Herşey durdu...Etrafına bakındı..Kimse yoktu..Tam da olmasını istediği gibi..Yapayalnızdı...Elinden akan kan durmuyor eski kağıt mendili kırmızı renge dönüştürmeye devam ediyordu..
Bi ses duyar gibi oldu...Annesinin sesi olduğuna nerdeyse emindi ama ne işi vardı ki annesinin burda?? Nolur yardım edin diye bağırıyordu annesi...Sonra ses gitgide uzaklaştı ve o dar sokakta elinden akan kanla , arkasında damlacıklar bırakarak sonsuz yalnızlığa adım adım biraz daha.....
Etiketler: öykü.ben
20 Ekim 2010 Çarşamba
Bugün şiir günü ahali...
çok sevdiklerimden ne kadar olursa olsun yazcam..
İstediğiniz kadarını , istediğiniz kadar okuyunuz diye...İç geçiriniz , özleyiniz , seviniz , dağılınız , salya sümük ağlayınız , kallavi küfürler savurunuz , tepininiz , sızım sızım sızlayınız , arayınız , bekleyiniz , acıyınız , kötüleyiniz , iyileyiniz , korkunuz , rahatlayınız , yemin ediniz , mukedderata inanınız , isyan ediniz , belki'leri keşke'leri tekrarlayınız ,yarını düşününüz , dünü unutunuz , saklanınız ,bulununuz diye...
Özdemir Asaf
"ben sensiz olanlara seni aratıyorum,
ben sensiz kalanlara seni yaratıyorum,
seni saklayacağım, seni yazıp-andıkça
kendimi çoğaltıyor, seni kuşatıyorum.
unutturmayacağım, seni yaşatacağım,
kendimi çoğalttıkça seni kuşatacağım,
her zamanda, her yerde sen bende yasadıkça
sen evreninde sana seni aratacağım. "
"gelmesen onemli degil, gelsen onemli olurdu"
noktasiz
biri gelir sorarsa
sana beni sorarsa
gitti der misin
gittiğimi söyler misin
gidiyorum ben sana
benimle gider misin.
dün sabaha karşı kendimle konuştum.
ben hep kendime çıkan bir yokuştum.
yokuşun başında bir düşman vardı.
onu vurmaya gittim kendimle vuruştum.
"uyanmak, bir akşam bizi yatağımızdan kaldırdı
gözlerimiz uyanışı anlattı bize, gel gel dedi
doğrulmak bizi kucağına aldı
adımlar ayağımızı, pencere gözlerimiz kuşattı güne beraber uyandık`
**Güne beraber uyanmak....Duyduğum en romantik cümle bu sanırım...Ve onu seninle yapmak..
Ve usta ne diyor;
"Yaşamak değil beni bu telaş öldürecek..."
Size ne düşündürüyor?? Hadi bakalım burdan yak...
Yılmaz Odabaşı
"...
bitme!
bak, içtim, yürüdüm,kederlendim
denize girdim, üşüdüm, sana geldim
düş bitmeden sen bitme
bitmeden sevgi gitme bitme!
bak, koştum, savruldum, hep örselendim
cigara ziftlendim ille de seni sevdim
uzaklarda öyle çok kederlendim
günler bitmeden bitme
bitmeden hasret gitme
bu yangın geceler, bu intihar
gidersen paramparça yüregimde ağıtlar
bu dolunay gecenin göğsünü yarar
benim göğsümde de sana geniş bir yer var
düş bitmeden sen bitme
bitmeden sevgi gitme..."
"yitirdiğim herşeyde
kazandığım birşey var;
kazandığım herşeyde biraz yitirdiklerim.
bu yuzden birileri
ısınıp dururken dinmez üşümelerim..."
"sustun,sustukça çoğalan boşluğa vurdum
sonra her uçurum ıssızlığı kadar dalgın ve yorgun
ve baştan sona günahkar,
günahına ey uçurum çiçeği; günahına vurgunum!"
"kısa bir öyküdür hayat
uğruna upuzun acılar çektiğimiz
kısa bir türküdür
bir kez daha söylemek için
delirdiğimiz..."
Nazım Hikmet Ran
en guzel deniz: henuz gidilmemis olanidir.
en guzel cocuk: henuz buyumedi.
en guzel gunlerimiz: henuz yasamadiklarimiz.
ve sana soylemek istedigim en guzel soz: henuz soylememis oldugum sozdur...
öptü beni : «— bunlar, kâinat gibi gerçek dudaklardır,» — dedi.
«bu ıtır senin icâdın değil, saçlarımdan uçan bahardır,» — dedi.
«ister gökyüzünde seyret, ister gözlerimde :
«körler onları görmese de, yıldızlar vardır,» — dedi...
Mina Urgan'ın Bir Dinazorun Anıları kitabında anlatılır;
Paşa ve arkadaşları bir ortamda yiyip içiyorlardır..Aynı mekanda Nazım'da vardır...Paşa ve arkadaşları Nazım'ı da masaya buyur ederler..Nazım gelir..Paşa Nazım'a "Bize bir şiir oku" der..Nazım da "Ben deniz kızı Eftalya değilim" diyerek mekanı terk eder..Bunun üzerine Paşa şöyle der; "Aramızda bi tane adam gibi adam vardı onu da küstürdük"
bakınız farklı bir nazım şiiri;
islamın beklediği gündür bu;
rum kostantiniyyesi oldu türk istanbulu!
cihana karşı koyan bir ordunun sahibi,
türk'ün genç padişahı,
bir gök yarılır gibi girdi, "eğrikapı"dan kır atının üstünde;
feth etti istanbul'u sekiz hafta üç günde!..
o ne mutlu, mübarek bir kuluymuş allahın...
"belde-i tayyibe"yi feth eden padişahın
hak yerine getirdi en büyük niyazını:
kıldı ayasofya'da ikindi namazını!
işte o günden beri türk'ün malı istanbul,
başkasının olursa yıkılmalı istanbul!"
Ve benim Nazım'a platonik aşık olmamın sebebi şiir;
erkek kadına dedi ki:
-seni seviyorum, ama nasıl,
avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp
parmaklarımı kanatarak
kırasıya
çıldırasıya...
erkek kadına dedi ki: -seni seviyorum,
ama nasıl,
kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,
yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,
yüzde hudutsuz kere yüz...
kadın erkeğe dedi ki:
-baktım
dudağımla, yüreğimle, kafamla;
severek, korkarak, eğilerek,
dudağına, yüreğine, kafana.
şimdi ne söylüyorsam
karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..
ve ben artık
biliyorum:
toprağın -
yüzü güneşli bir ana gibi -
en son en güzel çocuğunu emzirdiğini..
fakat neyleyim
saçlarım dolanmış
ölmekte olan parmaklarına
başımı kurtarmam kabil
değil!
sen
yürümelisin,
yeni doğan çocuğun
gözlerine bakarak..
sen yürümelisin,
beni bırakarak...
kadın sustu.
sarıldılar
bir kitap düştü yere...
kapandı bir pencere...
ayrıldılar...
Ve sanırım en sevdiğim kadın şiiri;
ben senden once olmek isterim,
gidenin arkasindan gelen
gideni bulacak mi zannediyorsun?
ben zannetmiyorum bunu.
iyisi mi, beni yaktirirsin,
odanda ocagin ustune korsun
icinde bir kavanozun.
kavanoz camdan olsun,
seffaf, beyaz camdan olsun ki
icinde beni gorebilesin
fedakarligimi anliyorsun :
vazgectim toprak olmaktan,
vazgectim cicek olmaktan
senin yaninda kalabilmek icin.
ve toz oluyorum
yasiyorum yaninda senin..
sonra, sen de olunce
kavanozuma gelirsin.
ve orada beraber yasariz
kulumun icinde kulun
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasiz bir torun
bizi ordan atana kadar...
ama biz o zamana kadar
o kadar
karisacagiz
ki birbirimize,
atildigimiz coplukte bile zerrelerimiz
yan yana dusecek.
topraga beraber dalacagiz.
ve bir gun yabani bir cicek
bu toprak parcasindan nemlenip filizlenirse
sapinda muhakkak
iki cicek acacak :
biri sen
biri de ben.
ben
daha olumu dusunmuyorum.
ben daha bir cocuk doguracagim
hayat tasiyor icimden.
kayniyor kanim.
yasayacagim, ama cok, pek cok,
ama sen de beraber.
ama olum de korkutmuyor beni.
yalniz pek sevimsiz buluyorum
bizim cenaze seklini.
ben olunceye kadar da
bu duzelir herhalde.
hapisten cikmak ihtimalin var mi bugunlerde?
icimden bir sey :
belki diyor.
18 şubat 1945
Piraye Nazım Hikmet
Orhan Veli
her şey birdenbire oldu.
birdenbire vurdu gün ışığı yere;
gökyüzü birdenbire oldu;
mavi birdenbire.
her şey birdenbire oldu;
birdenbire tütmeye başladı duman topraktan;
filiz birdenbire oldu, tomurcuk birdenbire.
yemiş birdenbire oldu.
birdenbire,
birdenbire;
her şey birdenbire oldu.
kız birdenbire, oğlan birdenbire;
yollar, kırlar, kediler, insanlar...
aşk birdenbire oldu,
sevinç birdenbire.
aşk resmi geçiti
birincisi o incecik, o dal gibi kız,
şimdi galiba bir tüccar karısı.
ne kadar şişmanlamıştır kim bilir.
ama yine de görmeyi çok isterim,
kolay mı? ilk göz ağrısı.
ikincisi münevver abla, benden büyük
yazıp yazıp bahçesine attığım mektupları
gülmekten katılırdı, okudukca.
bense bugünmüş gibi utanırım
o mektupları hatırladıkca
............. çıkar
............ dururduk mahallede
...................... halde
............ yan yana yazılırdı duvarlara
................. yangın yerlerinde.
dördüncüsü azgın bir kadın,
açık saçık şeyler anlatırdı bana.
bir gün de önümde soyunuverdi
yıllar geçti aradan, unutamadım,
kaç defa rüyama girdi.
beşinciyi geçip altıncıya geldim.
onun adı da nurinnisa.
ah güzelim
ah esmerim
ah
canımın içi nurinnisa.
yedincisi, aliye, kibar bir kadın..
ama ben pek varamadım tadına.
bütün kibar kadınlar gibi
küpe fiyatına, kürk fiyatına.
sekizinci de o bokun soyu.
elin karısında namus ara,
kendinde arandı mı küplere bin.
üstelik .....
yalanın düzenin bini bir para.
ayten'di dokuzuncunun adı.
iş başında şunun bunun esiri,
ama bardan çıktı mı,
kiminle isterse onunla yatar.
onuncusu akıllı çıktı
..... gitti........
ama haksız da değildi hani.
sevişmek zenginlerin harcıymış
işsizlerin harcıymış.
iki gönül bir olunca
samanlık seyranmış ama,
iki çıplak da, olsa olsa,
bir hamama yakışırmış.
işine bağlı bir kadındı on birinci.
hoş, olmasın da ne yapsın,bir zalimin yanında gündelikci
........leksandra
geceleri odama gelir,
sabahlara kadar kalır.
konyak içer sarhoş olur,
sabahı da işbaşı yapardı şafakla.
gelelim sonuncuya.
hiçbirine bağlanmadım
ona bağlandığım kadar.
sade kadın değil, insan.
ne kibarlik budalası,
ne malda mülkte gözü var.
hür olsak der,eşit olsak der.
insanları sevmesini bilir
yaşamayı sevdiği kadar.
Oktay Rifat
Karısına;
sofalar seninle serin
odalar seninle ferah
gunum sevincle uzun
yataginda kalktigim sabah
elmanin yarisi sen yarisi ben
gunumuz gecemiz evimiz barkimiz bir
mutluluk bir cimendir bastigin yerde biter
yalnizlik gittigin yoldan gelir
Edip Cansever
icinden dogru sevdim seni
bakislarindan dogru sevdim de
agzindaki islakligin bugusundan
sesini yapan sozcuklerinden sevdim bir de
beni sevdigin gibi sevdim seni
kar birakilmis karanligindan.
yerlestir bu sevdayi her yerine
yuzunde ter olan su damlaciklarinin
kaynagina yerlestir
her zaman saklamadigin, acisizligin son duragina
gul tasiyan cocuguna yerlestir
ve omuzlarina, daracik omuzlarina
usumus gibisin de sanki azicik one tasirdigin
tam oraya iste, ucsuz bucaksiz bir duzlukten
bir papatya tarlasiyla ayrilmis goguslerine yerlestir
ve esmerligine bir de, eski bir yanginin izlerinin renginde
saclarinin yana dususune, onleri bolen ikilige
alnindan baslayan ve ayak bileklerinde duran
yani senin olmadan, seni bir bosluk gibi saran huzne yerlestir
yerlestir onu bir kentin parca parca alinda tutugun
kar taneleri gibi ucusan
ve her gun biraz daha hafifleyen semtlerine
yerlestir bu sevdayi her yerine.
ekledim ben tattigim her seyi denizlere
bildigim ne varsa onlar da hep denizlerden
sen de bir deniz gibi yerlestir onu istersen
sevdayi
ve kopuklendir
ve yaslandir ki iste kaderi anlamasin
ama dur, her deniz yaslidir zaten
ogrenmez ama ogretir mutlulugu
bizim sevdamiz da oyledir, iyi siirler gibi
biraz da herkes icindir.
ve gelincigin ikinci tadina benzemeli
var eden kendini birincisinden
yani bir sevdayi sevgiye donusturen.
ben simdi bir yabanci gibi gulumseyen
tanimadigin bir ulke gibi
icinde yaşamadigin bir zaman gibi
tam kendisi gibi mutlulugun
beni bekliyorsun
ve onu bekliyorsun beni beklerken
Turgut Uyar
"elele gittigimiz bu yolda
sen gitgide buyursen,
benim icimde cok beklemis
cok eski bir yer kanar..."
"belki de bir kuruntudur yaralayan kalbimi
her insan bir uyumsuzluktur ölü olmadıkça"
Can Yücel
en uzak mesafe ne afrika'dir,
ne çin,
ne hindistan,
ne seyyareler
ne de yildizlar geceleri isildayan...
en uzak mesafe iki kafa arasindaki mesafedir
birbirini anlamayan.
yerin seni çektigi kadar agirsin
kanatlarin çirpindigi kadar hafif..
kalbinin attigi kadar canlisin
gözlerinin uzagi gördügü kadar genç...
sevdiklerin kadar iyisin
nefret ettiklerin kadar kötü..
ne renk olursa olsun kasin gözün
karsindakinin gördügüdür rengin..
yasadiklarini kar sayma:
yasadigin kadar yakinsin sonuna;
ne kadar yasarsan yasa, sevdigin kadardir ömrün..
gülebildigin kadar mutlusun
üzülme bil ki agladigin kadar güleceksin
sakin bitti sanma her seyi,
sevdigin kadar sevileceksin.
günesin dogusundadir doganin sana verdigi deger
ve karsindakine deger verdigin kadar insansin
bir gün yalan söyleyeceksen eger
birak karsindaki sana güvendigi kadar inansin.
ay isigindadir sevgiliye duyulan hasret
ve sevgiline hasret kaldigin kadar ona yakinsin
unutma yagmurun yagdigi kadar islaksin
günesin seni isittigi kadar sicak.
kendini yalniz hissetigin kadar yalnizsin
ve güçlü hissettigin kadar güçlü.
kendini güzel hissettigin kadar güzelsin..
iste budur hayat!
bunu hatirladigin kadar yasarsin
bunu unuttugunda aldigin her nefes kadar üsürsün
ve karsindakini unuttugun kadar çabuk unutulursun
çiçek sulandigi kadar güzeldir
kuslar ötebildigi kadar sevimli
bebek agladigi kadar bebektir
ve herseyi ögrendigin kadar bilirsin bunu da ögren,
sevdigin
kadar
sevilirsin...
Ataol Behramoğlu
"o kadar guzel bir yuzdu ki gelip gecici olamazdi
ya da bir resimdi cizilmis yastigima "
Meral Özbek
O kadar sevdim ki resmini
Iste bugun konustu benle
Yorulmustum calismaktan
Karda uzun yuruduk senle
Geceleri resmine baktim
Olanlari anlattim
Seni bir gorsem diye diye
Uyudum yagmurun sesiyle
O kadar sevdim ki resmini
Biliyorum gorunce beni
Hep taniyordum diyeceksin
Ruyalarimda hep sen vardin
Hep taniyordum diyeceksin
Okudugum her cumlede
Konustugum her insanda
Gordugum her guzellikte
Sen de varsin.
Sen hep varsin.
Bana :)
diyorlar ki bazen gözlerimden
deliler doluşmuş bakıyor birer birer
delilerden sen anlarsın konuş onlarla
nasıl muhtacım buna
diyorsun ki bazen geceler boyu
sayıklarmışım olanları birer birer
düşlerden sen anlarsın konuş onlarla
nasıl muhtacım buna
bir gece ansızın gel yine
elinde mor çiçeklerle
tazelikle gel yine
binbir güzel hikayeyle...
Murathan Mungan
camsap: "size ihanet etmeyecegime soz veriyorum.
"sahmeran: "gelecekteki sen adina nasil soz verebilirsin? o baska biri, simdiki senin tanimadigi biri."
"bildiğim kendimi bildim bileli aşık olduğum,
bildiğim ancak aşıkken var olduğum...
işte bu yüzden, benim için aşık olmak;
çoktandır hasretine katlandığım yokluğum.
'eğer aşktan söz edildiğini duymamış olsalar hiçbir zaman sevemeyecek olan insanlar vardır, ' demiş la rochefoucauld
benimse hep böylelerini severek başladı vurgunum... "
anlat bana her şeyini!
acılarını,sevinçlerini ve içinde kalan her şeyini!
istersen önce, acılarından bahset bana...
bahset ki; ortağın olayım bir dost gibi.
belki nasıl davranman gerektiğini söylerim sana,
belki de ağlarız birlikte sessiz ve derinden...
belki de sana sıkıca sarılırım sözcüklerin bittiği her yerde.
istersen sevinçlerinden de bahset bahset ki;
anlayayım acıların seni yıkmadığını nasıl direndiğini ve nasıl yok ettiğini...
istersen aşklarından da bahset bana...
bahset ki; birlikte analım tüm anıları.
yeter ki anlat bana her şeyini!
arzularını,hislerini ve tüm tutkularını...
birde seni anlat bana.
anlat ki...
anlayayım içindeki beni anlayayım ki...
anlatayım seni nasıl sevdiğimi...
Bi de link var;
ince saz - firar
Etiketler: ataol behramoğlu, can yücel, murathan mungan, nazım hikmet ran, piraye, Şiir
12 Ekim 2010 Salı
8 Ekim 2010 Cuma
Öyle oturuyorum koltukta...Arada bi kafamı çevirip hemen arkamda duran kocaman pencereden dışarı bakıyorum..Bişi yok görülmesi gereken..Bir sürü park etmiş araba,biraz uzaklarda ağaçlar -ama yaşama sevinci vermeye yetmiyor- sonra gri yağmur yüklü bulutlar..
Hem pencerenin açılabilemez olması da ayrıca keyifsizliğe neden oluyor..Görüyorsun ama havayı koklayamıyorsun...Tatsız!
Bu yağmurlu havada ne dinlenirse onu dinliyorum;Hümeyra..."Tutsana Ellerimi"..."Sana bu karanlık bu gürültü içinde ellerimi uzatıyorum , sen bu karanlık,bu gürültü içinde görmüyorsun..Bütün köşeleri tutmuşlar,ortada meydanlar, gözler içinde..Sana anlatamıyorum bütün bu köşeler bu karanlık bu ıslak bu gürültü..Tutsana ellerimi , ellerimi,görmüyor musun?"
Ellerim kurumuş soğuktan..Krem sürmek lazım..O da yağlı yağlı yapıyor sevmiyorum..
Dünü güzel geçirdik...Bi ara deli gibi gülerken hatırlıyorum kendimi ,bi ara öyle dalmış gitmişim..Ama yanımdaki kıymetlilerim hep benimle idi..Öyle zor ki bunu yakalamak..Ulen ne söylesem söyleyeyim yargılamaz bu adamlar beni..Ne kadar gıcık olsam ne kadar ayıp olsam..Dalaşırsınız..sonra gelir koyar elini kafana omzuna yaslar...Usulca koyarsın kafanı omza..susarsın..Bişi demene gerek yoktur ki..Sonra aranızda bi koltuk vardır mesaj atar sana Ibne der..Kızmazsın..Üsüldüm lam valla dersin..Bilir işte üsüldüğünü..
Öyle yani..
Elini tutarsın arabanın arkasında gülmekten karnına ağrı girmiştir..Bakar gözüne gözüne sıcacık gülümser..Bir giz paylaşır gibi..İçindeki en saklısını anlatır gibi..Gururlanırsın eni konu..Susarsın...Seversin çok seversin..
Sonra bir seneyi hiç kötü şeyleri hatırlamadan (olmamıştır da zaten) devirirsin..İş arkadaşın olmaktan çoktan çıkmıştır..Lam biz senelerdir tanımıyoz mu birbirimizi diye şaşırırsın bi seneyi farkedince..Masada karşında otururken hem nasıl bu kadar hızlı içebildiğine şaşarsın hem de saflığına..İyi niyetine..Temizliğine..Yaşı küçük daha der seversin kardeşini sever gibi,kafası iyi çalışıyor veledin dinlesem iyi yaparım dersin bi yandan da :)
Dışarda yağmur arttı..Hava hala karanlık..Benim kulağımda hala Hümeyra...
İçim de bi tuhaf..Ben genelde mutsuz olduğumda mı yazıyorum acaba?
İyi de napiyim yağmur var hava karanlık bi de boğazım yanıyor..İçtim dün soğuk soğuk..Sabah nasıl kalkarım bu yataktan diye düşünüyordum...Şimdi de nasıl eve gidesim var nasıl koca yorganın altına giresim..:(
Bi de ağlayasım...İçimden geldi...Müdürüme ağlayasım geldi beni bırak ben evime gidip ağlayayım desem...İzin verir mi ki??
Sigara içeyim ben bi..
hastayım lam..
Etiketler: ben, kız arkadaşlar
4 Ekim 2010 Pazartesi
2 Ekim 2010 Cumartesi
bi pisicik varmış...
İki gözü birden görmezmiş..
Ama mırıl mırıl kedicik hır hır sahibini aramış..
Çok yazıkmış o pisiye..
sağlıklı pisiler bile can savaşı verirken sokakta bu gözleri olmayan pisicik napar ki sokaklarda?..kış da geliyor..
umud'un evdeki canavarlar onu rahat bıraksalar bi dakka düşünmezmiş...
hadi birisinden bi ses..
yasık ona...
kahramanım için irtibat bilgileri;
Vet.Hekim Işıl Karatan
Yeşilköy Pet Care Veteriner Kliniği
Tel: (212) 662 73 76
Klinik GSM: 0 552 442 73 53
İstanbul
1 Ekim 2010 Cuma
Sesinde huzursuz bir sukunet,
Kendini belli eden etmeyen ikircikli bir sevda deyişi gibi dökülmekte dudaklarından..
Tenimde bir acı,
Tenimde tüm ölümleri saklayan bir giz..
Bu ölüler incineceklerinden mi korkuyorlar inciteceklerinden mi bilemiyorum..
Trenin herhangi bir vagonunda seyahatteyim..
Kafamda ölümsüz ölülerin fısıltıları..
Vagonda yalnız...
Yalnızlaşmak için mi çıkmıştım bu yolculuğa,
Yolda mı yalnızlaştım...
Durduğumuz her istasyonda yalnızlığım artıyor ama tren giderek tıka basa...
İçimde bir daralma..
Korkularıma esirim , köleliğime değer biçemiyorum...
Umud
İstanbul