15 Aralık 2011 Perşembe

Sevgili dostum,biricik gökçe'm..

Jane Austen ile tanışmamı sen sağlamıştın yıllar önce..Çok severek yapmaktan hoşlandığın şeyleri çok sevdiklerin ile paylaşmaktan ne kadar mutlu olduğunu anlamam da hemen hemen o dönemlere denk geliyor..
Az önce sabah yataktan kalktıktan hemen sonra pek adetim değil televizyonu açtım..Movie maxlarden birinde bir film aldı gözümü..kabarık etekler,yemyeşil göz alabildiğine uzanan araziler ve kopkoyu bir ingiliz aksanı :)
Evet kuzum sense and sensibility..Film başlamıştı ama bırakmayacaktım..nerden başladım izlemeyeee bakimm hımm gece olmuş ve elinor kızkardeşi marianne'in yanına yatmıştı..dondurucu soğuk beni bile etkiledi..Sonra 18.yüzyıl İngilteresi ve aşk..Evet canımın içi türkçeye Akıl ve Tutku olarak çevrilmiş ve akıl rolünü Elinor (muhteşem oyunculuğuyla Emma Thompson) tutku rolünü ise (pembe yanakları ve hafif etine dolgun haliyle) Kate Winslet canlandırmış..
Aklıma zaman zaman seninle yaşadığımız akıl-tutku karmaşasını getirdi..Peki tamam sen çoğunlukla çok nettin akıl konusunda ama benim de tutku konusunda ki netliğimi inkar edemeyiz değil mi? Ben aşkımdan tıpkı marianne gibi yağmurlar altında koşup yataklara ölmek pahasına düşebilirdim..sen ise benim başımda "lütfen gayret et, lütfen" diye sabaha kadar beklerdin..Tüm sabırsızlığımla edward'a "neden gelmedin neden?" diye hesap sorar seni utandırırdım :) Sen ise "herkesin belli görevleri var ve onu bağışlayabilirim" derdin..

Sevgili kızkardeşim,

bakıyorum da aslında 18.yy'dan bu yana akıl ve tutku konusunda çok da bişey değişmemiş..İnsanlar olmaması gereken insanlara aşık oluyor,mutsuz oluyor ve hayattan vazgeçebiliyorlar..Ama bazen de aşık olduğun kişiyi sabırla ve gururla bekliyor ve kavuşma anına kadar yaşadığın acıları sineye çekebiliyorsun..Belki sana aşkı o kadar vefa duygusu ile sunuyor ki karşındaki kendinden beklenmedik şekilde hayatına her zaman yön vermiş tutkunun bencilliğinden sıyrılıp Marianne'in tıpkı Albay Brandon'a olan sadakati gibi kişiliğinden aykırı ama "iyi"davranabiliyorsun..

Filmin benim için en etkileyici sahnelerinden biri şüphesiz Elinor'un Edward'a veda sahnesi..Ve hemen akabinde Marianne'e itiraf ettiği-belki de-acı dolu cümleleri..

Ama beni asıl ağlatan şey film boyunca sapsağlam durmuş ve aslında o kadar da acı çekmiyor görünen Elinor'un Edward'a kendini teslim etme sahnesi..İtiraf ya da koyverme..ne olursa olsun aslında saklıyor olması acı çekmediği anlamına gelmiyor'u dannn diye vuruyor..

ve aslında willoughby bedbaht olmaya ne kadar da mahkum öyle değil mi?

böyle işte..aslında yazılacak şeyler öyle çok ki..ama artık ben seninle yüzyüze konuşmak istiyorum tüm bunları..

Seni çok seven ve hep özleyen kızkardeşin...




bu da günlerce dinlenesi..lütfen beni biri opera'ya götürür mü??

1 yorum:

biberli dedi ki...

Jane Austen dedim beni en hassas yerlerimden birinden vurdun Umoo :) çok güzel bir filmdir, daha doğrussu bir kitaptır o...jane Austen genelde aynı konuları işler, özgür ve akılcı kadınlar ve diğer tarafta duygularıyla tutkularıyla hareket eden kadınlar..hehe ne garip ve yer yer güzeldir ki, akıllı kadınlar da en sonunda bir yerlerde akıllarına yenik düşerler :)

canımcım, hayatımın en deli bozuku :)

bi de kopkoyu İngiliz aksanı var demişsin ya, benim en çok sevdiğim olan hani, ben onla yaşıyorum artık, birbirimize alıştık mı ne? :))

akıl ve tutku birbirinin ayrılmaz bir parçası...saçma bi şekilde iyi de anlaşırlar aslında...dünya üzerinde ya da sittir et dünyayı çevrene bakarsan, en uyumlu ilişkiler bu ikisinin uyumuna ve/veya dengesizliğine dayanıyor..yoksa AYNI olan kaç mutluluk tanıyoruz ki..işte arkadaşlıklar da böyle..konuyu nereye getireceğimi anladın di mi? seninle benim arkadaşlığımda, benim kocamla aşkımda vb. hiç mantık arama..güzellikleri buradan geliyor...bazen ölesiye birbirlerine gıcık da olsalar, onlar BİRdir...

efenim o zaman hepimiz birimiz birimiz hepimiz için diyerek daha fazla felsefe yapmayayım ve sahnelerden ayrılayım diyorum..azcık sonra görüşmek üzere... ;) öperim..

bi de bkz.
http://www.youtube.com/watch?v=detG7GroGXE