2 Kasım 2011 Çarşamba
"neydin sen! bir rüzgâr mıydın da, şöyle bir esip geçtin? yapraklarını döküp dallarını kırdın içimdeki duygu çınarının! yüreğime ebediyyet arzusunun çekirdeğini bıraktın; bedenim alev alev tutuştu böylece. sonsuz hayat, az ötede dikilip duran müşahhas bir varlık kadar yaklaştı ruhuma.
neydin sen! bir ışık demeti miydin de rabbim bu demeti, çok güzel yarattığı nâdide bir kalıp içinde sundu bana? bir ayna mıydın ki, gözlerimi kaybettim içinde ve şimdi ne seni, ne de kendimi görebiliyorum? neden bir an, pencerelerine varana değin açtın bana gönlünü? sonra bir başka diliminde zamanın, esrarlı bir havaya bürünüp kapılarını bile kapattın yüzüme!
yoksa mevcut değil miydin? kuru bir ısırgan dalı mı sarstı beni? ebediyyete yönelik sevgi ve hasrete susamış kalbim, aslında mevcut olmayan seni, bu kuru ısırgan dalında hissedip de, aşka mı geldi? şimdiye değin yaşadıklarım, körebe oynayan bir romantizmin köpükleri miydi?
neydin sen?! gökten avuçlarıma düşen bir damla su mu? kalbimin yangını bütün hücrelerimi sarınca buharlaşıp kayboldun. sonu gelmeyen bir heyecan mıydın ki kendi ellerimle hazırladım sonunu? yoksa bu zavallı gönlümle yıkılmaz bir kule olarak mı algıladım seni ve sen bir kuş tüyü olarak uçup kayboldun gökyüzünde?
bir şiir miydin? içimi doldurdun gizemli mısralarınla, intizârınla. şimdi her mısra boşluğa asılıp kaldı, yapayalnız..
bir masal mıydın, kuşların geceleyin ruhuma anlattığı? bir efsane miydin,çağların ötesinden kopup gelen? yoksa bulutların kulağıma fısıldadığı bir nağme miydin?
seninle farkına vardım içimin ücra köşelerinin. karanlıklar içinde bırakılmış onurumuzu kurtarmak için bilendim seninle. kıskacına sıkıştığım fasit bir daireyi, sathî endişeler çemberini kırdım sayende. sayende adımlarımı yeniledim. ince bir alev gibiydin ama o alev bir yığın dinamiti ateşleyecek güçteydi..
neredesin şimdi? hangi tomurcukta? hangi iklim ve mekanda? bu günde mi, dünde misin? hayalde mi düşte misin? dağlara bakıp seni hatırlıyorum, yollara bakıp seni! dünyamı menekşe renginle bürüyüp kayıplara karışmasaydın, dağlar bana acıyarak bakmayacak, yollar gözümün yaşını silmeyecekti. sana bir yabancı gibi uzaktan seslenmek yerine, yüreğimde ağırlayacaktım seni. aaah bir kaldırabilseydim simsiyah perdeleri! yolları yumak yumak sarabilseydim avuçlarımda! dağları devirebilseydim! hepsinden daha da önemlisi, çıkarabilseydim sırtımdan hicran gömleğini? vuslatı yudumlayabilseydim!
aaah, ah!
bazen bir yağmur damlasının, bir çiçek yaprağının, bir rüzgâr perisinin bakışlarında buldum o mağrur, dimdik ve tavizsiz tavrını. sesin bazen ıssız bir köşede yankılandı defalarca, yılmadan ve dikkatle dinledim seni.
fevkalâdeydin..
anlayamadığım şu ki, benden başkaları niçin bunun farkına varamayıp, sendeki mücerred câzibeyi görmüyorlar? fakat biliyorum ki, ne her sevgili leyla'dır; ne de her yürek mecnun'a aittir.
ah bir yeterince anlayabilseydin beni! ne bir âyinden arta kalan duygu kırıntısı, ne de bir şehrâyinden sızan aldatıcı ışıktır sevgim!..."
Nurullah Genç-İntizar
Etiketler: incesaz, intizar, istanbul'a dair, nurullah genç
0 yorum:
Yorum Gönder