31 Ocak 2011 Pazartesi

19 Ocak geçti ve ben bişiler yazmadım bunun için...Aklımdakileri yazacağım.. ama sonra..

Az önce Redd'in Hrant için yaptığı şarkıyı dinledim..Seviyorum muhalif müzik yapan insanları..Redd güzel müzik yapan bir grup...Ve muhalifler..Daha çok olsalar keşke..


http://www.redd.com.tr






Bi de bu var;


Taze sıkılmış ruhum, bayatlamış bahanelerim
Çilekli dondurma ile televizyon seyrederim
Derken bir film başlar, içinde kendimi ararım
Kahramanları herkes sever, bense sıradan bir adamım
En heyecanlı yerinde filmin, telefon çalar, sevgilimdir
Merak ettiği tek şey özleyip özlemediğimdir

Yine de keyifli bir gün

Balkona atarım kendimi, dolunay değiştir beni
Öyle derine dalayım ki, kabarcıklar bile gözükmesin
Derken bir yıldız kayar, tutsam bile elim yanar
Ruhumu çeker medcezir, geri vermezse işime gelir
İnsan bazen kaybolmak ister, kendi kendine kalmayı özler
Hayaller kurmayı sever, gerçekler bazen az gelir
Bu dünya bazen dar gelir, bu hayat boş gelir

Yine de keyifli bir gün

28 Ocak 2011 Cuma


Mona Roza




monna rosa,
siyah güller,ak güller;
gülce'nin gülleri ve beyaz yatak.
kanadı kırık kuş merhamet ister;
ah,senin yüzünden kana batacak,monna rosa,
siyah güller,ak güller!

ulur aya karşı kirli çakallar,
bakar ürkek ürkek tavşanlar dağa.
monna rosa,bugün bende bir hal var,
yağmur iğri iğri düşer toprağa,
ulur aya karşı kirli çakallar.

açma pencereni,perdeleri çek:
monna rosa,seni görmemeliyim.
bir bakışın ölmem için yetecek;
anla monna rosa,ben öteliyim...

açma pencereni,perdeleri çek.
zaman çabuk çabuk geçiyor monna;
saat on ikidir,söndü lambalar.
uyu da turnalar gelsin rüyana,
bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar;

zaman çabuk çabuk geçiyor monna.
zeytin ağacının karanlığıdır
elindeki elma ile başlayan...
bir yakut yüzükte aydınlanan sır,
sıcak ve minnacik yüzündeki kan,
zeytin ağacının karanlığıdır.

ellerin,ellerin ve parmaklarin
bir nar çiçegini eziyor gibi...
ellerinden belli olur bir kadın.
denizin dibinde geziyor gibi
ellerin.ellerin ve parmakların.

zambaklar en ıssız yerlerde açar,
ve vardır her vahşi çiçekte gurur.
bir mumun ardında bekleyen rüzgar,
ışıksız ruhumu sallar da durur,
zambaklar en ıssız yerlerde açar.

akşamları gelir incir kuşları,
konarlar bahçemin incirlerine;
kiminin rengi ak,kiminin sarı.
ah,beni vursalar bir kuş yerine!
akşamları gelir incir kuşları...

ki ben,monna rosa,bulurum seni
incir kuşlarının bakışlarında.
hayatla doldurur bu boş yelkeni
o masum bakışlar...
su kenarındaki ben,monna rosa,
bulurum seni.

kırgın kırgın bakma yüzüme rosa:
henüz dinlemedin benden türküler.
benim aşkım uymaz öyle her saza,
en güzel şarkıyı bir kurşun söyler...
kırgın kırgın bakma yüzüme rosa.

artık inan bana muhacir kızı,
dinle ve kabul et itirafımı.
bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı
alev alev sardı her tarafımı,
artık inan bana muhacir kızı.

yağmurlardan sonra büyürmüş başak,
meyvalar sabırla olgunlaşırmış.
bir gün gözlerimin ta içine bak:
anlarsın ölüler niçin yaşarmış,
yağmurlardan sonra büyürmüş başak.

altın bilezikler, o korkulu ten,
cevap versin bu kanlı kuş tüyüne;
bir tüy ki, can verir bir gülümsesen,
bir tüy ki, kapalı geceye, güne;
altın bilezikler o korkulu ten!

Mona Roza, siyah güller, ak güller
Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Aaahhh! senin yüzünden kana batacak!
Mona Roza, siyah güller, ak güller.


Şiir:Sezai Karakoç
Okuyan:Sacit Onan


25 Ocak 2011 Salı

ı-ıh bu daa güsel..
bu en güzel..
bu hep güzel..


24 Ocak 2011 Pazartesi

bayat bir somun ekmeğin
kokusuyla boyuyorum sarıyı
bak bu köşede gözlerin
eksiltiyorum ruhumu her fırçada

çal, çalsana kapımı
ister uykulu, ister uykusuz

bak burada beyaz ellerin
biraz eksik sarıyorsa belimi
görmemiş der geçerim
şeffaf çizdim ben zaten kendimi

çal, çalsana kapımı
ister hüzünlü, ister hüzünsüz

sonra bir ev boyadım sana
kapısı mavi, zili deniz
içinde yaşasak ikimiz
geç bunları demeden şimdi

çal, çalsana kapımı
ister huzurlu, ister huzursuz





Birsen Tezer - Çal Kapımı

23 Ocak 2011 Pazar

"Sana dilsiz,dudaksız sözler söyleyeceğim/Bütün kulaklardan gizli sırlardan bahsedeceğim/Bu sözleri sana,herkesin içinde söyleyeceğim/ama senden başka kimse duymayacak/Kimse anlamayacak."


Hz.Pir

21 Ocak 2011 Cuma


Ömer Tuğrul İnançer'in M.Ali Köseoğlu ile yaptığı bir söyleşiden;


İstanbul Tarihi Türk Müziği Topluluğu Müdürü Ömer Tuğrul İnançer’le kıvama ermiş bir sohbetti gerçekleştirdiğimiz, her biri tane tane kurduğu sağlam kaleler gibi cümlelerle ‘tarifi yok’ dediği aşk hakkında öylesine aşkın sözler etti ki; en azından meselenin ‘Elif’ safhasını geçtiğimize inanıyorum. ‘Aşk aşk’ diye kıvranıp duranlardan ‘Aşk imiş her ne var âlemde” diyenlere kadar, yaşanılan şeyin aslını merak edenler için de bu sohbet oldukça verimli. Keyifle sorup dinlediklerimizi biraz da aşk ile size sunmamızın yegâne hikmeti; hep beraber adam olabilmemiz temennisindendir. Cüret ettik, aşığa Bağdat’ı sorduk. Bakın nasıl cevaplar aldık…

-“Aşığa Bağdat sorulmaz” demiş belli ki aşığın biri. Sahi neden sorulmaz? Aşk deyince sizde ne tür düşünceler uyanıyor?

-Muhabbet kainatın yaratılış sebebidir. Muhabbetin cünun şubesine aşk denir. Aşkta akıl yoktur, irade yoktur; çünkü bir duygudur. Ancak bu duygunun fiile, amele intikal etmesinde Allah’ın koyduğu hudutlar aşıldı mıydı, o artık aşk olmaktan çıkar; başıbozukluk olur, en hafif tabiriyle. Dolayısıyla gönül sadece padişahın fermanını değil aklın verdiği fermanı da dinlemez. Allah indinde insanlar düşündüklerinden değil yaptıklarından sual olunacaklar. Allah’u Zülcelâl bunu kitabında tek kelimeyle hülasalandırmış: “Yağmel”! “Vemen ya'mel miskale zerretin şerran yerah.” Öyleyse aşk bir duygudur, Allah bile sual sormaz! Ama davranışlar doğru olacak! Her ağza sakız olmuş beşeri aşk, zahiri aşk, hakiki aşk, ilahi aşk falan… Aşkın böyle ayrımı olmaz; aşk bir adamda ya vardır ya da yoktur. Nefsin ve bedenin arzularını aşk diye isimlendirmek aşk değildir. “Aşk ehli ölmez / Yerde çürümez / Yanmayan bilmez ateş-i aşka.” Nasıl suyun oluşumunu, onun ta bardağa konulup içilinceye kadarki safhalarını, birileri anlatsa; ama bir bardak su vermese, susuzluğun geçer mi?

-Geçmez.

-İşte aşk anlatılmaz, ‘olan’ bilir. Ayrıca o kadar sübjektif bir şeydir ki; objektif konuşulması hem mümkün değildir, her anlatan kendi sübjektivitesini anlatır. Onun için büyükler demişler ki: Aşkın Leyla'sını gördünse söyle. / Mecnun’dan duyup da rivayet eyleme.

-Peki tasavvuf?

-Tasavvuf aşkın meslek haline gelmiş şeklidir. Her meşrebe, her karaktere göre aşkın davranış biçimi olarak ayrı ayrı kanalize edilmesi için ayrı ayrı tasavvuf ekolleri kurulmuştur. Onun da adına tarikat derler. Dolayısıyla bu kadar bolluk bir ayrım sebebi değil, her meşrebe cevap verme ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Ayrıca insan sevdiğinin adını çok anar. Tasavvuftaki zikrullahın da ana sebebi budur: Sevdiğinin adını anarsın.

-İnsanların ‘aşk, aşk’ diye kıvrandıkları şeyle, “Aşk imiş her ne var âlemde/ilm bir kıyl u kâl imiş ancak” diyen arasında ne tür benzerlikler ve ayrılıklar olabilir?

-Hiçbir benzerlik yoktur. Çünkü o ‘aşk aşk’ diye kıvrananlar, bedenlerinin arzularını aşk zannedenlerdir. Aşk bazı görüşlerde kemalin sebebidir. Ama İsmail Hakkı Bursevi’ye göre adam olmanın birinci basamağıdır.

-Yoldan çıkmakla alakası yok yani?

-Yoldan çıkana âşık demezler, asi derler. Sevilmeden hiçbir şey yapılmaz. Ve Faili Hakiki Allah’u Zülcelâl olduğuna göre, Halık-ı Yegâne Allah olduğuna göre bütün fiillerin ve varların failini ve yaratıcısını bilince onlar da sevilir. Kays arkadaşlarıyla oturuyormuş bir gölgelik yerde. Uzaktan cılız, uyuz, salyalı, gözleri çipil bir köpek gelmiş. Kays fırlamış koşmuş, köpeğin gözlerini öpmeye başlamış. Arkadaşları demişler ki: Kays sen gerçekten Mecnunsun! Niye öpüyorsun elalemin uyuz köpeğini? “Ah” demiş, “Bu köpek Leyla’nın mahallesinin köpeği. O gözler Leyla’yı görmüştür. Hz. Mevlana da Mesnevi-i Şerif’te Leyla’ya atıfta bulunur. Leyla’nın ve Mecnun’un hikâyesini duyan Halife, Leyla’yı huzuruna celbeder. Onu görünce de “Aaa, kara kuru bir kızmışsın. Sen misin Mecnun’un “Leyla Leyla” deyip durduğu? Kız gözünü açar, sesini yükseltir ve Halife’ye çıkışır: Sus! Sen Mecnun değilsin. Sende Mecnun’un gözü yok. İşte aşk böyle bir şeydir.

-Mevlana diyor ki: “İnsaf et, aşk güzel bir iştir! / Onun bozulması, güzelliğini kaybetmesi, (insanlardaki) tabiatın kötü niyetli oluşundandır. / Sen, kendi şehvetine ve arzularına aşk adını takmışsın; / Hâlbuki şehvetten kurtulup aşka ulaşabilmek için yol çok uzundur.” Yol neden uzun, neler var bu yolda?

-Allah’la senin aranda perde olan her şey masivadır. O perdenin yıkayıcısı, kolalayıcısı da nefistir. Nefs adama külahı ters giydirir. Oradaki uzunluktan kasıt, zor olmasının ifadesidir. Yollar uzun da olsa yayan gidersen başka, arabayla gidersen başka, jetle gidersen başka. Sen onlarla beraber olmaya çalışırsan umulur ki bir gün seni jete bindirirler, yolun uzaklığı kısalır. Ben 40 sene evvel Konya’ya gelmek için önce Ankara’ya geliyordum; 1970’li yılların başlarında İstanbul-Konya otobüsü yoktu. Evvela Ankara’ya gelinir, bir gece yatılır, ertesi gün Konya’ya gelinirdi. Bu sene uçakla 55 dakikada geldik. Mesafe aynı mesafe… Dolayısıyla yolun uzunluğundan kasıt zorluktur. Mesafe meselesi değildir. Sana şah damarından daha yakın olan Allah’a giden mesafe uzun değildir. Ama yol uzunluğu eskiden göz korkutan bir şey olduğu için; Hz Pir’in pederiyle beraber Belh’ten Konya’ya gelişi 12 senedir. Bir de dar yerde eşkıya var, yol kesiyor. İşte senin de yolunu kesen nefs eşkıyandır. İşte onun için ‘yol uzun’ ifadesini kullanırlar o zamanlar, aslında zorlu demektir.

-Cesaret mi istiyor bu yola girmek? Günlük yaşantımızda bizlerin ‘çok zor’ diye algıladığımız şeyler bir bakıyoruz maneviyat dünyasında zevk veren şeyler haline geliyor.

-Onu da Hz. Pir anlatıyor: Kur’an-ı Kerim’deki Ashab-ı Uhdut hadisesi ile… Eski zamanda da tek tanrılı inanca sahip yani Müslüman olan insanlar var. Toplumsal olarak bazı yanlışlarımız vardır; Müslümanlığın Hz. Muhammet’le başladığını zannederiz. Hâlbuki Müslümanlık Hz. Âdem’le başlamıştır. Dolayısıyla Resûlullah Efendimiz Hazretlerinden önce de Müslümanlar var. İşte o dönemlerde çok tanrılı bir dine inanan zalim bir hükümdar var ve Müslümanları hendek kazdırıp yaktırdığı ateşe attırıyor. Nemrut gibi. Bu sırada o ateşin etrafında bir anne “evlat, evlat” diye bas bas bağırıyor. Annesinin feryadını duyan oğlu içerden sesleniyor: Burası senin gördüğün gibi bir yer değil anne! Keşke sen de burada olsaydın. Bunun için, Huzuru İlahi’yi yakalamak için nar-ı İbrahim’e talip olmak lazımdır.

-Aşkın bir kıvamı var mı? Mesela aşkta kaybolmak mı doğru olan, yoksa aşkla boyanıp var olmak mı?

-Allah bize ‘ol’ emrini yok olalım diye vermedi. Olduk ve olmaya devam ediyoruz. Ebeden de olacağız. Onun için yokluk diye bir şey yoktur. -Yani aşk aslında insanı var eder. -Şuur meselesidir. Şuura yükselmenin yoludur aşk. Sana şah damarından daha yakın olan Allah’ın o yakınlığının şuuruna yükselmeye Allah’a ulaşmak denir. Bu yolculuğun en hızlı vasıtası aşktır. “Bin yıl çalışsa âbid, ma'buduna erişmez / Vuslat-saray-ı Hakk'a aşkın yegâne rehber” diyor Hüseyin Siret Bey, Resûlullah Efendimize hitaben. Onun aşkı mabuda eriştirmeye en kestirme yoldur. Mutlaka ve mutlaka Resûlullah Efendimizle arayı iyi etmek lazımdır. Cenab-ı Mevlana buyurur ki: Mustafa’nın hükümleri önünde aklını kurban et. Ancak böylelikle Allah’a yaklaşabilirsin. Resûlullah olmadan olmaz.

-Peki, Mevlana’nın aşkı hangi boyuttadır? O aşkı tarif edebilmiş midir?

-Etmiş. Sormuşlar, “Aşk nedir?” diye. “Ben ol da bil” demiş. Bu da bir tariftir anlayana… Binlerce beyit yazıyor, kitaplar yazıyor fakat aşkın tarifine gelince “ben olda bil” diyor. Eksikliğinden değil, aşkın zatının tarif edilemeyişinden, mümkün olmayışından dolayı öyle söylüyor. Gölge güneşe delildir, denir. Güneş olmasa gölge de olmaz. İşte gölgeyi söylüyorlar ki, güneşi anlayalım diye.

-‘Aşkla’ bunca hemhal olmanıza rağmen ‘Elif Şafak’ın ‘Aşk’ı sizi kızdırdı? Neden?

-Hz. Mevlana hakkında söz söyleyecek bir Elif Şafak mı kaldı yani? Bu kadar ucuz mu? Çok mu önemli ki; benim o kitaptaki yanlışları dile getirmem sizin sualinizi celbediyor? Elif Şafak çok mu önemli bir isim? Söyleyeyim: Amerika’da evli -dolayısıyla nikâh altında- olan bir insanın bir başka insanla bedeni münasebetini Hz. Mevlana ile Hz. Şems’in arasındaki ruhani ilişki ile paralelleştirmek en hafif tabirle edepsizliktir. Daha ötesini söyleyeyim mi? Ayrıca maddi bilgilerden de mahrum; 1248’de patlıcan soyuyor Bağdat Tekkesi’nde bir derviş. 1248 senesinde patlıcan var mıydı? Maddi bilgileri tamamlanmayan insanlar manevi bilgilere erişemezler. Hz. Mevlana çok önemli bir fakihtir. Fıkıh, din ilmi olmasına rağmen maddi bir ilimdir. O asırda yaşamış önemli Hanefi fakihlerinden biri olarak tabakat kitaplarında ismi ve tercüme-i hali vardır. Mesela Cevâhiru'l-mudıyye fî tabakâti'l-Hanefiyye. Abdulkadir Kureyşi, kitabının 3. cildinde Hz Pir’den ve 1. cildinde Sultan Veled’den ‘Hanefi Fakihi’ olarak bahseder. Patlıcanın bile ne zaman geldiğini bilmeyenler manevi yazı yazamazlar. Ayrıca, orada edeple alakası olmayan bir cümle var. Hâlbuki tarikat aşkla edebin yoğrulduğu bir yoldur. Diyor ki: Ben ihtiyarladığım zaman şeyhim gibi miskin bir ihtiyar olmayacağım. Siz çırak olarak ustanıza, talebe olarak hocanıza, derviş olarak şeyhinize ‘miskin ihtiyar’ diyebilir misiniz? Şeyhine ‘miskin ihtiyar’ diyen adamdan derviş olur mu?

-Olmaz.

-Onun için o kitap da olmaz.

-Özellikle son yıllarda Mevlana’ya olan düşkünlüğü nasıl değerlendiriyorsunuz?

-Hz Mevlana’ya olan merakın iki şubesi var. Birisi ciddi meraklılar; hepsinin ellerinden öperim. Bir de moda meraklıları var: İnanç zafiyeti içinde, ibadetsizlik sıkıntıları içinde kendilerine yol arayan, ama Hz. Mevlana’nın icra ettiği farzları değil de nafilesine talip olanlar… Bakıversinler Ahmet Eflaki’nin Menakibü'l-Arifin’ine; aynen Resûlullah Efendimizin ayakları şişinceye kadar namaz kıldığı gibi: Selahaddin Zerkubi Konevi “Bir gece vakti Konya’da Hüdavendigâr’la sohbet ediyorduk. Sohbet sırasında ateşlendi, coştu. “Ben bir dışarı çıkayım” dedi, medresenin dışına çıktı. -Eski Konya kışlarını düşünün; şimdi o kışlar kalmadı.- Dışarısı kar, buz. Gitti gelmez, uçtu konmaz, bekledim bekledim gelmedi. Kapıyı araladım, baktım namaz kılıyor. Tekrar içeri girdim. Bekledim, yine gelmiyor. Gittim baktım hâlâ secdede. Eyvah, bir hâl oldu diye korktum. Yanına yaklaştım, hâlâ secdede, nefes alıyor. Ağlamış, gözünden akan yaşlar buz tutmuş, tahtayla yanağı arasında buzdan bir sütun var. Kendinde değil; kaldırıp kucaklarsam olur ki buz yanağını acıtır diye hohlaya hohlaya yanağındaki buzu erittim, kucağıma aldım, içeri götürdüm” diyor. Hz. Pir öyle namaz kılıyordu. Hangisi Hz. Pir’in namazına talip? Asgari mükellefiyetler yerine getirilmeden tarikat olmaz. Zaten yasak! Bir modadır gidiyor. Eğer 1950’li yıllarda Ayin-i Mevleviyye serbest bırakılıp devlet ricali dâhil seyretmeselerdi Hz. Mevlana da Anadolu’nun her köşesindeki büyükler gibi unutulurdu. 1952’ye kadar unutulmuştu. Ancak 1925’ten kalan çok küçük bir çekirdek grup yaşıyor ve yaşatıyordu. Şimdi yayıldı ama yine o çekirdek grup kadar doğrusunu bilen var. Gerisi kuru kalabalık.

-“Ne olursan ol yine gel” sözüne ne diyorsunuz?

-Yiyelim, içelim, gezelim… “Gel gel”… Hz. Mevlana garajcı(!), otomobil değnekçisi(!); “gel gel”… Rahmetli Şefik Hoca; -bu işin ciddi âlimlerindendi, ben âlim falan değilim. Hz. Pir’i çok severim o kadar, başka bir marifetim yok.- Şefik Hoca “Gel” sözünün Hz. Mevlana’ya ait olmadığını yazdı, çizdi, konferans verdi. Ayrıca tercümesi de yanlış yapılıyor; ‘baza’ gel demek değildir; dön gel demektir! “Biya” gel demektir. Tercümeyi bile yanlış yapıp o tercümeden İngilizceye çevirip “Come again come again” demek yanlış! Bu söz Kazvini isimli zata aittir, Mevlana’ya ait değildir. Doğru manada kullanıldığında Mevlana hazretlerinin fikirlerine elbette ters değildir.

-İnsanların talebi bir yana pek çok yayınevinin bunca eser yayınlamasına nasıl bakıyorsunuz?

-Bu bugünlerde olmuş bir şey değildir. Mesnevi-i Şerif, II. Murat Han zamanında Türkçeye çevrilmeye başlanmıştır. Asırlar boyunca gerek seçmeler gerek hikâyeler, şerhler veya bazı kıssalarının şerhleri yapılmıştır ve bunları çok önemli adamlar yapmıştır. Sarı Abdullah Efendi gibi, İsmail Hakkı Bursevi gibi, İsmail Nasuhi Ankaravi gibi… Dolayısıyla zamanımıza mahsus bir ilgi değildir bu. Ancak 1928’de sadece Latince okumaya mahkûm edildiğimiz için ondan evvelki kitapları okuyamıyoruz. Ve zannediyoruz ki sadece yenilerde bu yapıldı. Hâlbuki Hariciye Nazırlığı, Ege Adaları Valiliği, İstanbul Borsa Komiserliği, Ankara Valiliği gibi yüksek yerlerde bulunmuş Abidin Paşa Hazretleri bile Mesnevi şerh etmiştir. Onun için yeni bir moda olarak görmemek lazım.

-Bakıyoruz, isminin önünde ‘araştırmacı-yazar’ yazan birisi seçmeler adı altında eser yayınlıyor.

-Kitap okumak ayrı bir ilimdir. Kitap okumakla ilim elde edilmez. İlim, yapmakla elde edilir. Ancak ne yapacağımızı kitaplardan öğrenme ihtimalimiz vardır. Bir konudaki yazarın fikrini anlatır kitap; konuyu anlatamaz. O konu hakkında yazılmış bütün kitaplar okunacak, sonra kendin bir fikir elde edeceksin, o zaman o hususta bir şey söylemiş olabilirsin. Yoksa “filanca kitapta böyle yazıyor” diye nakletmek hoparlörlük ve papağanlıktan ibarettir. Ona da ilim demezler zaten, nakil derler. İlim bilgiyi toplayıp, hazmedip zamanın ve kişinin ihtiyacına göre aktarmaya denir.

-Aşktan bahsedince; Leyla’dan geçip Mevla’ya erişmek tabiri yaygındır. Mevla’ya giden yolda Leyla bir basamak mıdır? Leyla’sız olmaz mı? Ya da Mevla’ya ermek için Leyla’yı feda etmek mi gerekiyor?

-Mevla’ya ulaşınca hiçbir şeyi feda etmiş olmazsın; Leyla da senin olur Mevla da… Mahlûk sevilmeden Haluk sevilmez. Sacit sevilmeden mescut sevilmez. Abid sevilmeden Mabud sevilmez. Zaten daha ileriye geçtiğin zaman, daha yükseğe çıktığın zaman, sacit-mescut, abid-mabud, Haluk-mahlûk ayrımı da kalkar. Mabut, mabutluğunu abidine verir; mescut, mescutluğunu sacidine verir, Haluk halukiyetini mahlûka verir demek değildir. Allah Allah’tır, kul kuldur. Ama ayniyet diye bir şey vardır. Miracın sırrını biraz çözmeye çalışırsak; mesela Galata Mevlevihanesi Şeyhi Kutbünnâyî Osman Dede’nin niye miraciye bestelediğini tefekkür edersek aşkın nasıl bir iletici Burak olduğunu, ama akl-ı selimi temsil eden Cebrail’in bile Sidre-i Münteha’yı geçmediğini öğreniriz. Hiçbir şeyi feda etmek yok, nefsin dizginini ele almaktan ibarettir. Seni Allah’tan alan her şey nefsindendir. Nefsi bırak gönle tabi ol. Aşk, iki beden arasındaki değil, iki gönül arasındaki ilişkidir, gönülde cinsiyet yoktur. Cinsiyet sadece dünyada lazımdır, ahirette bile yoktur. Kabre konulduğumuz zaman Münker-Nekir “dişi misin, erkek misin” diye soracak mı? “Türk müsün, Kürt müsün, Çerkez misin, Laz mısın, Finli misin, Çinli misin, Fransız mısın, Arap mısın” var mı?

-Sormayacak.

-Eee, ne konuşuyoruz o zaman? Aşkla cinsiyetin ne alakası var? -Mevlana ile Şems arasındaki muhabbete de böyle mi bakmak lazım? Hz. Mevlana’nın bir kere sadece Hz. Şems’e muhabbeti yoktur. O yanlış biliniyor. Bu acem uydurmasıdır. Hz. Mevlana’nın sadece Hz. Şems’le büyük muhabbeti olduğunu ileri sürmek ötekilerin hepsine vefasızlıktır. Mesnevi-i Şerif’te olsun Divan-ı Kebir’de olsun vefayı üzerine yemin edilecek kıymetli bir nesne addeder; “Vefaya yemin olsun ki” der, birçok beyitte. Hz. Şems’ten ibaretse Çelebi Hüsamettin, Selahaddin Zerkubi Konevi, Seyyid Burhaneddin Muhakıkı Tırmizi, Sultan Ulema neci? Yaş itibariyle abi-kardeş gibi oldukları Sultan Veled neci? O kadar seviyor ki yavrusunu…

Bir gün “Çok sarı benizlisiniz, nedir bu, hasta gibisiniz” diye sorunca, “Napalım, Allah’ı sevenler öyle olur” diyor. Hz. Sultan Veled suratını asıyor. Asık suratla dolaşırken gören Mevlana, “Oğlum ne oldu, kaç gündür suratın asık geziyorsun” diye soruyor. Sultan Veled, “Babacım böyle böyle söylediniz. Ben ise kırmızı yanaklıyım” deyince Mevlana, “Allah’ı sevenler sarı benizli olur. Allah’ın sevdikleri ise kırmızı yanaklı” diyor.

-Aşk’ta karşılık beklemek meselesine ne diyorsunuz?

-Ona aşkıyla alışveriş derler. Beşeri tabir edilen bir muhabbette bile “Ben onu seviyorum ama o da beni sevsin” diye seviyorsan ona aşk demezler. Sen onun tarafından sevilmeyi seviyorsun. O bana ne versin diye değil ben ona ne verebilirim diye düşündüğün zaman aşk olur. Şarkıların dilleri vardır, anlayan anlar; Bir kere görüp güldüğünü, şad olayım ben… İşte Allah ve Resûlullah aşkı da böyledir. Onların hatırını incitmemek için davranmaya Allah aşkı denir. Sen namaz kılmazsan Allah üzülür; -Benim emrimi dinlememek suretiyle nefsine zulmediyor, diye. Resûlullah üzülür. Yasak savmak ve borç ödemek için namaz kılınmaz, bu adamı bir yere yükseltmez. Emirler diye tabir edilen haller böyle telakki edilmelidir. “Yârim istedi diye yapacağım.” Dini, bir mükellefiyetler mecmuası halinde görenler bunu anlamazlar. Din muhabbettir, mükellefiyet değildir. Ama mükellefiyetler yerine getirilmeden muhabbet olmaz. Bizim “aşkımız var, niyazımız var. Sofuların namazı var” diyenler var ya; onlar dalzâdedir.

-Bir kutsi hadiste Allah şöyle buyuruyor : “Kul Bana bir karış yaklaşırsa, Ben ona bir arşın yaklaşırım, Bana bir arşın yaklaşırsa, ona bir kulaç yaklaşırım. Bana yürüyerek gelirse, Ben ona koşarak gelirim.”

-Onun arşınla yaklaşması için yaklaşmayacağız. O, O’na ait. Biz, bize ait olanla ilgileneceğiz. O seni cehennemine koyacak olsa! Öyle murad etse, kulluk etmeyecek misin, eyvallah demeyecek misin? Mecbur mu emrettiği şeyleri yerine getirdiğin için sana mükâfat vermeye? Allah hiçbir şeye mahkûm ve mecbur değildir

-Peki ya ümit?

-Ümit her yerdedir. Ümit beklenti değildir; ben seni tam seviyim ümidi ümittir. Cennete girme ümidin mi var; ona alışveriş derler. İbrahim gibi nâra atılmaya talip olup, tereddüt etmeyeceksin. İsmail “Kes baba, Allah’ın emrini yerine getir” derken, tereddüt etti mi? Bunlarda karşılık var mı? Peygamberler en büyük âşıklardır da ondan. Vahyin muhatabıdırlar. Büyük bir teslimiyet gerekiyor. Biz de kendi kabımız kadar ‘teslim’ olacağız. Yapmamız gereken amelleri mükellef olduğumuzdan yapıyoruz, yani borç ödüyoruz. O zaman havf ve recada kalırsın. Daha ileri gidersen o zaman havf ve reca kalmaz. “Hoştur bana senden gelen. Ya gonca gül yahut diken. / Ya hıl'at-u, yahut kefen. / Lütfun da hoş, kahrın da” demeye başlarsın. Allah bizim kötü vasıflarımızı kahretsin. O’nun ‘Kahhar’ sıfatını neden böyle düşünmüyoruz: O bizim kötülüklerimizi kahretmezse onlarla nasıl başa çıkarız? Ona ulaşmayı ümit etmemek mümkün mü? Şunu da söyleyelim: “O söylüyorsa doğrudur”, iman buna derler. Ölçtün, tarttın, biçtin ona iman demezler, tecrübî bilgi derler. Mü’min, gabya iman eden adamdır. Gayb, bilinmeyen demek değildir. Beş duyu ile algılanmayıp laboratuara girmeyen şeye gayb denir.

SÖYLEŞİ: M. Ali Köseoğlu
*Bu röportaj Memleket Dergi’nin Aralık sayısında yayımlanmıştır.

19 Ocak 2011 Çarşamba

Teyzemm,

Doğum günün bugün....


Nice mutlu yıllara teyzem..Sağlıklı,huzurlu..

En çok sen değerlisin bu dünyada kendin için biliyorsun di mi? Hepimiz yalnız başımızayız..Aile de olsak , eş de olsak , çocuk da olsak...Bir başımızayız ve etrafımıza gösterdiğimiz sevgiyi kendimize yeterince gösterebiliyor muyuz? Misal kendini öptün mü sen hiç..Böyle kollarını felan mıncırdın mı kendi kendinin? (evet ben yapıyorum bazen..Garip mi?? ya evet ama napiyim sevesim geliyor kendimi :) Sen de sev teyzem kendini..Öp kokla...En değerli sensin yine sen için..Unutma olur mu? Ben seni hep düşünüyorum..Unutmuyorum hiç...Görüşemiyoruz ve sen bana sitemleniyorsun belki..Di mi? Ama seni çok sevdiğimden de çok eminsin köftehoorrr :))

Teyzemm...

İyi ki doğdun kuzum...

Benim teyzem olduğun için çok mutluyum...

Seni çok sevdiğimi hiç unutma emi?

İyki doğduuunnnn fatoşşşşş,iyki doğdun fatoşşşşş...

muck!!

18 Ocak 2011 Salı






bugün bu..

en iyi albümü gibi Sezen Aksu'88..

şarkıdaki yaylılar büyülüyor gibi insanı..Sözler alıyor götürüyor..

nasıl sözler bunlar??

bir çocuk gördüm uzaklarda
gözleri kederli hatta korkulu
her şeye rağmen bir an gülümsedi çocuk
sıcak sade ama biraz kuşkulu

bir çocuk sevdim uzaklarda
sanıyordum ki onun özlemi de buydu
o ise bir bakışta beni örtülerimden
yalnızca yalnızca duygularıyla soydu

ben böyle yürek görmedim böyle sevgi
şimdi çocuk büyümekte günbegün
bütün hüzünleri okşadı birer birer
gizli bir ümide sarılarak biraz küskün

bir çocuk gördüm uzaklarda
biraz çocuk biraz adam biraz hiçti
ellerinde yaşlı zaman demetleri
daha önce denenmemiş yeni bir yol seçti

bir çocuk sevdim uzaklarda
bir elinde yarın öbür elinde dün
erken ihtiyarlamaktan sanki biraz üzgün
dünyanın haline bakıp güldü geçti.


Acıtır gibi bilerek canını..Ümitlendirir gibi hiç bişey yapmadan aslında..Gizli gizli diyor ya.."Gizli bir ümide sarılarak biraz küskün"

Bir gün büyüyeceğini biliyorsun o çocuğun...acıtan bu zaten..Ama diyor ki sonra ; "bir elinde yarın diğer elinde dün"..Gizli umut da burda işte..

Sadece duyguları ile nasıl soyar seni? Biliyorsun artık..







Bir çocuk düşlüyorsun..Biraz adam..Biraz hiç! Dudağımın kenarına acı bir tebessüm yerleşiyor..Okuyorum,okuyorum tekrar okuyorum...Bıkmadan düşlüyorum..

Ne demiş Osho? "Zıtlıklardan mutlu olmalı insan" Hayatımdaki zıtlıklar beni yoruyor sadece..Henüz Osho olamadım..Ama geçecek biliyorum..Osho'yu tanıyor ve zıtlıklardan mutlu da olunabileceğini biliyorum en azından..Adımı taşımanın bir bedeli olmalı değil mi?

Gizli ümidimi hep saklıyorum içimde..Ufacık bir filiz o..Kurutmaya kıyamıyorum..


HASRET


17 Ocak 2011 Pazartesi

room 23


resimler çok ilgimi çekti..

Diana Jenkins'in "Room 23" isimli kitabından bu resimler..Deborah Anderson'ın objektifinden..
büyülü bence..
100 tane güzel insanın fotografı var bu sitede bakın..

kimler kimler?

George Clooney, Lindsay Lohan, Elton John, Heidi Klum, Moby, Hayden Panettiere, Sharon Stone başka başka kimler..siz en çok hangisini sevdiniz kuzum??
bu arada galeriye girdiniz resimler büyümüyor..sayfayı bi yenileyin..o zaman oluyor..
bi de fotograflar üst seviye..aman dikkat!!

galeriye bir kiii

16 Ocak 2011 Pazar

HATIRLA AMA!


Kitabı okurken çıktı karşıma...bana bişey anlatmaya çalışır gibi..alıştırır gibi..

Olağanüstülüğü karşısında bi kez daha hayranlıkla bakakaldım satırlara..


bir tatlı ömür gibi gitmeye niyetlendin,
ayrılık atına eyer vurdun inadına.
ama bizi unutma, hatırla ama.

sana temiz dostlar, iyi dostlar, bağdaş dostlar
yeryüzünde de var, gökyüzünde de var.
eski dostla ettiğin yemini, hatırla ama.

sen her gece ay değirmisini
başına yastık edince yollarda,
dizime yattığın geceleri, hatırla ama.

sen ey, hüsrev'i kendine kul,
şîrin gibi bir nice güzeli esir eden,
aşkının ateşiyle tıpkı ferhat gibi benim
ayrılık dağını delmede olduğumu, hatırla ama.

bir deniz kesilen gözlerimin kıyısında
bir aşk ovasını görmüştün hani;
safran dallarıyla, ağustos gülleriyle sarmaşdolaş.
bunu unutma, hatırla ama.

ey tebrizli şems
dinim aşktır benim, senin yüzünü gördüm göreli,
benim dinim senin yüzünle övünür, ey sevgili.
bunu unutma, hatırla ama.

Hazret..

12 Ocak 2011 Çarşamba


Sen bana diyorsun ki şimdi; "yaşayarak öğrenmek isteyen sensin"..biliyorum öyle düşünüyorsun..

Sen öyle istiyorsun ben sözün üzerine söz mü söyleyebilirim? Sana inanıyorum...Sen ne diyorsan o..

Saklanmaya çalışmıyorum biliyorsun ama daha çok sakınıyorum doğru..Yapabildiğim kadar..Yapabildiğim yere kadar..Her zaman başaramıyorum..Yeniliyorum kendime..Ya da içimde yarattığın o saf, iyi niyetli hatta birazcık salak (aramızda) kız ele geçiriyor kontrolü..Nasıl yapıyor bilmiyorum ben ondan daha zeki ve cinim halbuki..Nasıl yapıyor bilmiyorum..elimden kaçıveriyor...

Arada bi de o "deli" çıkıveriyor...Hadi saf'a anladım da ne diye deli'yi karıştırdın?? O da ayrı terane.."Deliyim ben yaparım bana bişi diyemezsin" deyip duruyor...Başka laf yok deliyim ben yaparım...Ne diyim? Deliyle deli'mi olayım??

Ağırbaşlı-sorumlu var bi de..Ona güveniyorum bak ama o da her zaman ortalarda görünmüyor...Şirinella varsa var o yoksa kaybolup gidiyor nerde? Bulabilene aşkolsun..

Kitapları, düşünmeyi ve derinleri sevene sözüm yok tamam..O da olmasa..Onun için teşekkür edememiştim sana..Şimdi yeri gelmişken...Yalnız biraz daha hızlı okumam için bişiler yapabilir misin? Şimdi hızlı okuma kurslarına gidecek zamanım yok..Yap bişiler işte ya..

İyiyiz iyiyiz..meraklanma..Sadece uykular kaçtı..
Artık uyumayı sevmiyorum..geceler güzel...Herkesi kandırmış da sessizliğin tadını çıkarıyorum gibi..Siz uyuyun ben yaşıyorum gibi..

Yani şimdi sen diyorsun ki yaşa ve gör...Ne diyebilirim ki senin sözünün üzerine..!





11 Ocak 2011 Salı

Sezenler Olmuş

seni yerlerde göklerde bulamazlarken

bende gizli olduğunu sezenler olmuş

dumlu dumluymuşsun yüreğimde

kımıl kımılmışsın bileklerimde

domur domur ter

ışıl ışıl fer

ellerimde gözbebeğimde

aramızda dağlar yollar yıllar var iken

beni sana sımsıkı sarılı görenler olmuş

sargın yaprakmışım dallarına

yangın toprakmışım yağmurlarına

türkü olmuşsun…

umudummuşsun

sevdama yarınlarıma…

7 Ocak 2011 Cuma

Hım bir de...

Şiir Ataol Behramoğlu..




**Yine Yüksek Mahkeme oy çokluğuyla "Sigaraya hayır" demiş..Ya bişi diyim mi biz taksime felan gidince içiyoruz bi sürü yerde..Daha bu sabah taksici abi sigara içiyorsanız içebilirsiniz dedi..Ben de tüttürdüm...Nasıl oluyor ki böyle..Devletle arası iyi olanların müşterileri daha şanslı (sigara içenler tabi) olmayan fıkaralar da dertlerine mi yancak?


**Cumhurbaşkanı Gül tarihi bir açıklama yapmış..Demiş ki "Anadil bir haktır ve bu hak tanınacak." Bunu neden demiş? Son MGK bildirisinde şöyle bir vurgu yapılmış ; "Tek vatan,tek dil,tek millet" Peki kim tepki göstermiş bu vurguya? Gül'ün Diyarbakır gezisi sırasında Sivil toplum kuruluşları..Demişler ki yafu niye böyle sert çıkışlar yapılıyor..Bizim kürtler olarak istediğimiz şey anadilimiz olan kürtçe eğitim..Siz böyle tek millet falan diyorsunuz sonra kürtler kendi kimliklerinin inkarı olarak görüyorlar..
Ya bi dükkanda bir tabela olsa hem türkçe hem kürtçe mesela..nolcak yani? Olum ingilizce'den geçilmiyor ya yurdumda..len bakkal bile okey diyo orrayt diyo...

**Dün biz de şirkette kızlarla geyiğini yaptık maillerle..(yanyana oturuyoruz maille geyik yapıyoruz:) yafu kuzum neler oluyor bu kuşlara?? Toplanıp toplanıp hakkın rahmetine kavuşuyor yavrucekler..Amerika'dan sonra Avrupa'lı entellektüel kuşlara da bişiler olmuş..Hayır kuşları gören yengeçler ve balıklara da olan olmuş..Sonumuz geliyor la..ben diyim size..ahanda demediler miydi 2010 marduk felan..Al sana marduk...Du bakalım...Sonumuz hayır ossunn..Dinimiz amin..

**İskoç asıllı Kanadalı romancı Jack Whyte demiş ki ; William Wallace aynı zamanda Robin Hood..Yani her ikisi de aynı şahıs...Ama olur mu ya..Bu kadarı fazla yani..Bir bedende iki efsane..Olum olurda bu kadar mı cesur olunur..Hem robin hood'um hemi de Wallace...ama yasık diil mi bize?? Girmez mi rüyaya bu??

**Ya bu yetmez tabi ama şimdi Yalıkavak'ta bulunan kenan evren caddesinin isminin değiştirilmesi için imza kampanyası başlatılmış..Ve Belediye'ye teslim edilmiş..Aslında olması gereken bu değilde..neyse....

**Diyarbakır 6.Ağır Ceza mahkemesi tarafından müebbete çarptırılan Hizbullah sanıkları ile ilgili dosya son beş yılda iki defa geri gönderilmiş..Vicdansızlar! Yahu bu adamlar 188 kişinin ölümünden sorumlu tutuluyor..188 kişi!!! Adamlar serbest..Aman gözünüzü seveyim dikkat!!

**Eyvah eyvah 2 sinemada!! İlkini çok sevenler için bu da diğeri kadar komikmiş..duyurulur...
Bi de bu akşam Beyaz Show'da filmin kadrosu olacaktır..İzlemek lazım komik olur..Kanal D'de..23.15 imiş saatide...Eee taam bu kadar..Bi sizin için izleyip anlatmadığım kaldı..

**Ve son olarak Fitbol...67 yaşında bie gazeteci amca Andrew Jennings demiş ki ; "FIFA,organize bir suç örgütüdür" Noluyor kuzum allasen..Futbol 11 kişiden oluşan ve eğer 3 büyük oynuyorsa (benim için hala 3 büyük) izlemesi zevkli olan bir koşma oyunu değil midir? Tamam FIFA büyük kocaman bir birlik..Ve evet tamam küçük paralar konuşmuyor adamlar..o da belli..de organize suç örgütü..pöhh..bilmediğimiz ne çok şey var..Bi de bu amca var ya 67 yaşındaki..ne cesur adammış he..

Umud devrim tuna..İstanbul...

6 Ocak 2011 Perşembe

5 Ocak 2011 Çarşamba


dağ başında

beni bir dağ başında böyle yapayalnız kodular
rüzgarlara, kuşlara, bulutlara yakın
senin etinden, tırnağından ayrı
senin kokundan uzak

benim güzelim
benim ceylan bakışlım
benim kafamın ateşi
yüreğimdeki
mümkün mü şu anda rüzgar olmak, kuş olmak
şu anda üç dört portakal almak, getirmek sana
sana tuzlu badem
kabakçekirdeği
şu anda hiçbir şey mümkün değil
şu anda her şeyden ayrı, her şeyden uzağım ben
şu anda sadece yalnızlık ve kahır
hayır, güzelim
hayır, ceylan bakışlım
hayır, kafamın ateşi, hayır
hayır, yüreğimdeki
şu anda mümkün ve güzel olan tek bir şey vardır
yanarak sevmek seni

4 Ocak 2011 Salı

FAVORİM


Dışarda rüzgar tüm hırçınlığı ile esmeye devam ediyor..Dünden beri durmadı yağmur..Ben sıcak evimde ayaklarımı altıma çekmiş bir kedi gibi gözlerimi sabitlemişken açık pencereden gelen soğuk hava kendimi tamamen teslim bırakmamam için yardımcı oluyor..

Gözlerim ağlamaktan şişmiş, gözyaşlarım üstümde yakası artık nerdeyse göğüs hizama inmiş beyaz tişörtüme damlıyordu..Sıcacık ellerini hayal etsem de beni kurtaramazdı artık..Ne hasretle beklediğim sıcaklığın ne de ince uzun parmakların..

Hüzün ve sessizlik dolu bir gece...Her yerin bu kadar sessiz olması normal miydi yoksa benim kafamın bana oynadığı bir oyun mu? Evlerden gelecek bir müzik sesi ya da ne bileyim insan bağrışı duymak istedim..En sonunda alt kattaki ufak bebek acıkmış olcak ki bağırmaya başladı canhıraş..Rahatladım..Demek biraz daha var..

odada her şey yerli yerinde..odada ki ben?..olmam gereken yerde miyim? Evimde.. peki..sonra? Sonra nerelere kaçıyor düşünceler? Ne arıyorum sahi?

Dingin olmak demek huzura yakın "gibi" hissettiriyor ama farkındayım daha çok yol var..O yol kenarlarına, içimdekileri yavaş yavaş bırakıyorum yürürken..Az önce bir giysi gibi çıkarıp attığım şey onca yıl nasıl da ben zannettiğim şeydi..Yılar sonra görmek ne tuhaf..Karşımda olduğunu sandığım ben..Yüzlerce binlerce sinir hücresi gibi yüzlerce binlerce ben var sanki şimdi odanın içinde..her biri birbirinin içinde düğüm olmuş açmaya çalıştıkça kanıyor..Ama acıtmıyor..Sanırım yine aklımın oynadığı bir oyunun içindeyim..yönetmen de benim başrol oyuncusu da..Ayakçı da benim yazar da...Hayatımı yazmaya çalışırken izleyemediğim bölümlerin tekrarı yok...Özel hissetmeye çalışırken alalade olmak gibi tıpkı...

1 Ocak 2011 Cumartesi

Arzularım muayyen bir haddi aşınca

Ve sözler kulaklarıma sağırlaşınca

Bir ihtiras duyup vahşi maceralara

Çıkıyorum bulutları aşan dağlara.

Tanrıların başı gibi başları diktir,

Bu dağları saran sonsuz bir genişliktir,

Ben de katıp vücudumu bu genişliğe,

Bakıyorum aşağlarda kalan hiçliğe.

Bu dağların bir rakibi varsa rüzgârdır.

Rüzgâr burda tek başına bir hükümdardır.

Burda insan duman gibi genişler, büyür,

Bu dağlarda ıstıraplar, sevinçler büyür.

Buralarda her düşünce sona yakındır,

Burda her şey bizden uzak, «o»na yakındır.

Burda yoktur insanların düşündükleri,

Rüzgâr siler kafalardan küçüklükleri.

Yanağıma çarpar kanatlarını,

Ve anlatır mâbutların hayatlarını.

Arasıra kulağını bana verdi mi,

Ben de ona anlatırım kendi derdimi.

«Ey dağların dertlerini dinleyen rüzgâr!

Benim arık yalnız sana itimadım var.

Gelmiş gibi uzaktaki bir seyyareden

Yabancıyım bu gürültü dünyasına ben.

Etrafımın sözlerine asla aklım ermedi,

Etrafımda bana asla kulak vermedi.

Senelerden beri hâlâ anlaşamadık,

Bende kestim anlaşmaktan ümidi artık.

Gözlerimde hakikati sezen bir nurla

Etrafımı süzüyorum biraz gururla.

Bir dürbünün ters tarafı gibi bu dünya

En büyük şey, en asîl şey küçülür burda.

Burda yalan para eden biricik iştir,

Burda her şey bir yapmacık bir gösteriştir.

Kimi coşar din uğruna geberir, yalan!

Kimi gider vatan için can verir, yalan!

Bir filozof yetmiş eser yazar, yalandır;

Bir kahraman istibdadı ezer, yalandır.

Şairlerin büyük aşkı fânî bir kızdır,

Bu dünyada herkes sinsi herkes cılızdır.

Ne hakikî aşktan burda bir çakan vardır,

Ne de onu görse dönüp bir bakan vardır,

Her büyüklük bir cüzzam gibi dökülür burda,

En muazzam ölüm bile küçülür burda.

Benim kafam acayip bir dimağ taşıyor,

Her dakika insanlardan uzaklaşıyor

.Zaman zaman mağlûp olsam bile etime,

İnsan olmak dokunuyor haysiyetime.

Büyük, temiz bir arkadaş arıyor ruhum,

İşte rüzgâr, şimdi sana sığınıyorum!

Asaletin yeri yoktur gerçi hayatta,

En asîl şey seni buldum bu kâinatta,

Güneş gibi ne bin türlü ışığın vardır,

Ne süse, gösterişe bir baktığın vardır.

Deniz gibi muamma yok derinliğinde,

Bir ferahlık, bir saflık var serinliğinde.

Bir dev gibi küçük mızmız sesleri yersin,

Allah gibi görünmeden hüküm sürersin.

Düşmanıyım ben de cılız güzelliklerin,

Rüzgâr! Bu dağ başlarında çırpınan serin

Kanatların gökyüzünde akan bir seldir,

Bana kudret ve cesaret veren bir eldir.

Beşerlikten uzaktayım senin ülkende,

Senin gibi azamete âşıkım ben de.

İşte rüzgâr! Senin gibi ben de deliyim.

Islıklarım senin gibi inlemelidir,

Herkes beni ürpererek dinlemelidir.

Rüzgâr!

Sana, yalnız sana benzemeliyim.»

;;