29 Ağustos 2010 Pazar

yakamoz


geçen gün nasılda usulca okşamıştı omzundaki beni ve tatlı bir öpücük konduruvermişti...İçinden Allahın onu ödüllendirdiğini ve nihayet artık onu da sevdiği kulları arasına aldığını minnetle kabullenmişti..Oysa şimdi bu deniz kıyısında tek başına otururken erken mi sevindim diye düşünüyordu...Uzaktan duyduğu kahkahalar içinin biraz daha ezilmesine ,yalnızlığının biraz daha katmerlenmesine neden oluyordu..Kıyıya vuran dalgalar sessizce ama yürekten bir haykırışla sanki ona "gel , hadi...biliyoruz yapabilirsin" diyorlardı..Gözlerinin karardığını ve nefesinin kesildiğini hissetti..Aslında çok zor olmamalı diye geçirdi karmakarışık olmuş zihninden...sadece bi kaç adım atacak sonra...yapması gereken şey hiç bir şey yapmamak olacaktı..kendini bir kez olsun ıssız karanlığa bırakacak ve sonra sonsuz huzur..Ya da sadece ufak sırt çantasında ki...

Geride kalanlar ne düşünürler diye merak etti ve hala geride kalanları düşünüyor olduğunu farkederek kendine kallavi bi küfür savurdu!


Gözlerinden akan yaşları, ellerine damladığında farkedebildi ancak dakikalar sonra..Ağladığının farkına varamayacak kadar duygularının ona yabancılaştığına oturdu ağladı bir de...

Ses çıkarmak kendine şevkat göstermek istedi..En azından kendi kendine...Olmadı..Sesi çıkmıyor kendine şevkati çok görüyordu sesi...Ağlıyor ağladıkça boşalacağına içinin daha da dolduğunu farkediyordu..Ağlamak bile rahatlatamıyordu onu şu anda..Artık kaybedecek hiç bişey olmadığını düşündü..Bedeni ve ruhu bile vazgeçmişti ondan..Onun dışında düşünüyorlar o istemeden hareket ediyorlardı...

En son görüştüklerinde içinde her zaman hissettiği ve nerdeyse onun peşini hiç bırakmayan ince sızı kendini iyiden iyiye hissettirmiş "bak ben burdayım, seni ne olursa olsun hayal kırıklıklarından koruyacağım" diye fısıldamıştı kulağına..Kendisini koruyan mı yoksa ellerinden tutup özgürce haraket edememesine mi neden olduğunu bi türlü çözemediği ruhu yine kulaklarına fısıldıyordu işte...Bir gölge gibi peşini hiç bırakmayan iç sesi bir dosttan çok, bir emrediciydi artık hayatında..
Hem bunun farkında olup hem de bu ruhu kontrol altına alamamak iyice tutsak hissetmesine neden oluyordu...Ne onunla ne onsuz diye düşündü...Uzun yıllar hapishanede yatmış ve hayatını artık dört duvar arası sayan bir insanın özgürlük korkusu gibiydi hissettiği şey tıpkı!

Kendi ruhunun tutsağı olmuştu..Gönüllü tutsağı..

Buluştukları kafe, içinde limon ağaçları olan ve dışardan gören kimsenin bi apartmanın zemin katının böyle böyle bir bahçeye açılacağını tahmin edemeyeceği, ikisininde uzun yıllardır müdavimi oldukları en sevdiği mekanlardandı..Önce o gitmiş, bi masa seçemeyip bi süre ayakta dikilmişti..Kararsızlık durumu masa seçmesine bile engel olacak kadar duraksatıyordu hayatını..Nihayet gözüne en oturulabilir bir masa seçtiğinde Handan da gelmiş onun ne yapacağını merak eder gibi arkasında dikiliyordu.."Tamam mı dedi? Seçebildin mi??"
Sadece kafasını salladı..Konuşmaya hali yoktu..Geçip oturdular seçilmiş masaya..Şimdi dönüp baktığında aslında oraya hiç gitmeselerdi hiç o masaya oturmamış olsalardı herşey bambaşka olabilir mi diye düşünüyor, kafasından sürekli çeşitli senaryolar yazıyor, o günün aslında hiç yaşanmamış olmasını diliyordu..Zaten çok uzun bir zamandır hiç yaşanmasını istemediği günlerin sayısı artıyor kendini bu çekilmez ruh halinden sıyırmaya da gücü bir türlü yetmiyordu..

Limon ağaçları..Ne çok severdi halbuki onları..O güne kadar..

İlk başta havadan sudan konuşmaya başlamışlar fakat Handan'ın ardarda gelen sürekli aynı , hiç değişmeyen soruları konuşmanın seyrini bi anda değiştirmiş ve onun yine ne kadar sorumsuz ne kadar hayatı üzerinde etkisiz bir insan olduğuna gelip dayanmıştı..Yorgun olduğunu ve bu konuşmayı başka bir zamana bırakmak istediğini söylemiş ancak Handan'ı buna ikna edememişti..Handan artık eleştirilerini hakarete dönüştürmüş ve bunu da her zaman ki bildik alışkanlığıyla çok rahat yapmıştı..Suçlu bir çocuk gibi azarlanıyor-suç ve çocuk kelimelerinin aynı cümlede nasıl olupta kullanıldığını kafası hiç almamış hiç kabullenememişti..Babasının onu sadece yemekte yanlış eliyle tuttuğu çatal yüzünden odaya kapatıp dövmesini affedemediği ve kabullenemediği gibi- azarlarını yan masada yemek yiyenler , üniversiteli garson çocuklar , yıllardır kasada duran kel kafalı adadm ile paylaşmak zorunda kalıyordu.İnsanlar bu çift için alıştıkları manzara karşısında gözlerini kaçırarak olayın dışında durmaya çalışıyorlardı...Fakat Handan bir türlü durmak bilmiyor konuştukça daha da hiddetleneniyor ve kendi hiddetiyle daha da hırçın bir hale geliyordu..

O sadece bekliyor olayın nasılsa Handan'ın tüm enerjisini boşalttıktan sonra usulca hiç bişey olmamış gibi kapanacağı anı bekliyordu..Ama dedi ya o gün ruhu her zamankinden daha sesli fısıldıyordu kulağına.."bırak artık nasılsa mutlu olmayacaksın , çabalama yeter..Yapman gereken şey nasılda belli aslında..Nasıl göremezsin bunu???" Handan susmamacasına konuşuyor babasının da aslında ne kadar haklı olduğunu yıllar önce onun bi boka yaramaz bir insan olacağını
nasılda bildiğini handiyse suratına tükürürcesine haykırıyordu..

Her şey bi anda oldu...

Bir an ruhunun sesi artık onun beynindeydi ve geri dönüş olmadığını o an farketti..Handan karşısında el kol hareketleri yapıyor ama sesi çıkmıyordu..Onun sesinin neden kesildiğini anlayamadı bi kaç saniye..Karşısında yıllardır sevdiği kadın başka bir formdaydı artık..Kadın değildi , arkadaş değildi , sevgili değildi hatta insan formunda bile görmüyordu şimdi Handan'ı..Tuhaf bir şekle bürünmüş sesi çıkmıyor ama vücudundan uzayan kolları sürekli hareket ediyordu..Masada duran bardağını sandalyesinin demir kolçağına vurduğunu, bardağı kırarak "garip yaratığın" şah damarını kestiğini, yaratıktan fışkıran şeyin aslında kan olduğunu o an farketmemişti..Ordan çıkarken kasadaki kel adamın korkudan büyümüş gözlerini ve diğer masalarda oturan insanların bağrış çağrış içinde limonlu bahçeden kendilerini nasıl can havliyle dışarı attıklarını da hatırlamıyordu..Sessizce limon ağaçlarının arasından geçmiş bahçenin sonundaki lavaboda ellerini yıkamış-orda yediği her yemekten sonra yaptığı gibi-ve kalabalığa bırakmıştı kendini..

Hissetmiyordu."Artık acıyı hissetmiyorum" diye düşündü ve içini tuhaf bir sevinç kapladı..Uzun zamandır ilk kez ruhunun acımasız sesini duymuyor ne yapması gerektiğinin fısıltılarını duymuyordu kulaklarında..Bi taksi çevirdi yola çıkınca..Ön koltuğa oturdu otogara gitmek istediğin söyledi.. Taksi şoförü çok sessiz bi adam çıkmış o inene kadar hiç konuşmamışlardı..

çocukluğunun geçtiği tatil kasabasına giden ilk otobüse attı kendini..Bu çoğu kötü hatıralara sahip kasabaya neden gittiğini sormuyordu kendine...

bi kaç saat saatlik yol boyunca uyudu..Otobüs kasabaya vardığında muavin sırtından dürterek uyandırdı onu..

Şimdi oturduğu yerde kaç saattir olduğunun farkında değildi..ama hava henüz aydınlıktı galiba geldiğinde..Şimdi ise hava kararmış yakamoz vuruyordu aydınlık denizin üzerine..uzaktan insan sesleri geliyor gülüşmeler kahkahaları duyuyordu..İçi eziliyor ve kendini yakamoz olarak hayal ediyordu..Sessiz ve sakin ayağa kalktı..Olaydan beri ilk kez bilinçli bi şey yaptı ve Allahtan af diledi..Çantasından çıkardığı kırılmış bardağı boynunda işaret parmağıyla bulduğu şah damarına dayadı ve belki de ilk kez son derece kararlı bir şekilde bardak ile boğazını kesti..

Gün aydınlanmış ve yakamoz kaybolmuştu..O sabah polisler kayalıkların üzerinde intihar mı cinayet mi çözemedikleri bir cesedi anons ediyorlardı...

2 yorum:

lunawar dedi ki...

uzun zamandır beklenen hikaye:)
"boyacı köyde bir aşk cinayeti"ni biliyo musun sen bakim..

Umudum dedi ki...

cıks bilmem...