1 Şubat 2010 Pazartesi

..............

Evin içi koyu renk keten perdeler yüzünden dışardaki neşeli mayıs güneşine aldırmadan loştu..Duvardaki büyük ahşap saatin tiktakları varolan ortamı iyice hüzünlendiriyor,her saat başı saatin kaç olduğunu bildiren ding-dong sesi dışında evde nerdeyse çıt çıkmıyordu...
Hamiyet hanım odanın en kuytu köşesini seçmişti sallanan sandalyesi için..Sabah nerdeyse güneş doğmadan uyanır,gözlerini açar açmaz banyoya yollanır ve ılık suyla abdestini alarak namazına başlardı.Sabah ezanını kendini bildiğinden beri ayrı sever bazen mahalle camisinden gelen ezan sesini duyabilmek için namaz kıldığından bile şüphelenirdi..Ve bunu bir günahmış gibi kendine bile itiraf edemezdi..Hoş çevresinde itiraf etse bile dinleyecek ,bu "günahı" paylaşacak kimsede yoktu.
Hamiyet hanım "efendim" dediği Kemal bey'i beş sene önce toprağa vermiş,o günden beri de ufak torunu hariç kimse onun yüzünü güldüremez olmuştu..
Uzun kır saçları sanki beş sene önce bir pazar öğleden sonrası daha da beyazlamış,gözleri eskisi gibi bakmaz,sesi eskisi gibi duyulmaz olmuştu..
Hamiyet hanım Kemal bey ile tam altmış sene aynı yastığa başkoymuş,bu altmış senenin bir gününü bile efendisinden ayrı geçirmemişti..
Çok ender yaptıkları münakaşalarda haklı-haksız, suçlu-suçsuz düşünmeden hep birisi alttan almış konunun devam etmemesini sağlamıştı..
Kemal bey devlet görevinden emekli olduktan sonra evde beraber vakit geçirir olmuşlar ama bundan her ikisi de asla rahatsızlık duymamışlardı..
Şimdi Hamiyet hanım sallanan sandalyesine oturmuş her sabah olduğu gibi kahvaltı sonrası köpüklü kahvesini yudumlarken tam beş sene evvel bugün yitirdiği Kemal bey'i düşünüyor ve eski günleri her gün,her an yaptığı gibi özlem ve hasretle anıyordu.
Hamiyet hanım henüz on beşinde idi Kemal bey'e aşık olduğunda..Kemal bey yirmi üçünde her halinden besbelli kendine güvenen,gençliğin verdiği heyecanı çevresindeki herkesi etkileyen yakışıklı bir hariciyeciydi.
İstanbul'un henüz kirletilmemiş yıllarıydı.Aynı mahallede otururlar ve birbirlerini kısacık hayatlarına rağmen uzun yıllardır tanırlardı.Hamiyet hanım o yıllarda "Kemal abi" derdi Kemal bey'e..Aslında hep beğenir hep hayranlıkla izlerdi ama hem yaşından hem de aldığı terbiyeden dolayı dolayı "abiydi" işte Kemal bey..
Ahşap konakların birbiri ardına sıralandığı,kadınların evlerinden çok komşu evde günü geçirdiği,kimsenin huzursuz olmadığı yıllardı...
"Zaman" diye geçirdi içinden Hamiyet hanım,zaman insanoğlunun menfaatine ilerlemiyor..Her geçen gün herşey daha da kötüleşiyor,insanlar değil çıkarlar yönetiyor artık hayatı, diye içlendi hergün gazetesini bitirdiğinde olduğu gibi.
Hergün tövbe ediyor,ertesi sabah kapısına iliştirilen gazeteyi okumadan da edemiyordu.Gününü doldurabileceği o kadar az şey vardı ki! Öğleden öncesi için en uzun süre şekersiz kahvesini yudumlarken okuduğu gazetesi için ayrılmıştı..Yerine koyacağı başka birşey olmadığı içinde her sabah aynı kasvetle gazete sayfaları arasında acı çekiyordu.
Saat on kere vurunca evdeki loş sessizlik on saniye ertelendi..
Hamiyet hanım dizlerindeki yün şalı uzun uzun,acele etmeden katlayıp koltuğun üzerine bıraktı.Yavaş adımlarla yatak odasına ilerledi ve ceviz gardrobu açtı.Uzun siyah saten elbisesini giyecekti her sene yaptığı gibi.Tam elbisesini giymişken kapının çalındığını duydu.Gelen her kimse zili çalmıyor ama çok acelesi olduğunu belli edercesine kapıya aralıksız -ama ısrarsız da aynı zamanda- vuruyordu.
"Hayır olsun inşallah" dedi Hamiyet hanım..Kimseyi beklemiyordu.Bekleyecek hiç kimsesi de yoktu zaten.Hele bu saatte bu kadar acelesi olan birinin ne işi olabilirdi ki Hamiyet hanım'la?
Kapı hala çalınıyor ama sık vuruşların dışında başka bir ses de gelmiyordu.Kalbinin hızlandığını hissetti.Bir yandan ilerlerken ahşap kapıya doğru bir yandan da kendini sakinleştirmeye çalışıyordu.."Kimsiniz" dedi sesini yüksek çıkarmaya çalışarak.Gözünü merceğe yapıştırıp gelenin kim olduğunu çözmeye uğraştı ama kapıyı vuran kişiyi daha önce gördüğünü zannetmiyordu..Tekrar sordu:"Kimsiniz siz?"
Kapıdaki kişi: "Açar mısınız lütfen,yardıma ihtiyacım var"dedi sadece.Kendini tanıtmamış üstelik yabancı olduğunu belli eden gayet şüpheli bir durum yaratmıştı.Hamiyet hanım kapıdaki genç olduğu belli kadına ne diyeceğini düşünüyor ama heyecandan ve korkudan olduğu yerden kımıldayamıyor, ses bile çıkaramıyordu.
Tam dört senedir bu kapıyı nerdeyse kimse çalmaz evin ve hanımın gerekli tüm ihtiyaçlarını haftada bir eve gelen Fatma hanım karşılardı.Bakkalın küçük çırağı hergün eve servis yapar ancak o da sabah tam sekizde önceden verilen ve hiç bir zaman değişmeyen siparişleri kapıya asar evin hanımının rahatını kaçırmazdı.Küçük çırak için de gayet rahatlatıcı bir durumdu bu zira Hamiyet hanım'dan herkes gibi o da çekinir karşı karşıya gelmemeye özen gösterirdi.
Bakkalın sahibi Resul efendi Hamiyet hanım'ı Kemal beyefendi hakkın rahmetine kavuşmadan evvel tanıdığı için "Hanımefendi böyle miydi ya eskiden?Çok etkiledi tabi kadıncağızı,kolay mı altmış senelik hayat arkadaşından ayrılmak" diyerek anlatırdı eskileri küçük çırağa.Ama çırak yine de ürker ve her sabah siparişleri bırakırken huzursuzlanırdı.
Şimdi kapısını genç bir kadın çalıyor ve yardım diliyordu Hamiyet hanımdan.
Zinciri takılı olduğu halde kapıyı araladı en sonunda Hamiyet hanım görünen yarım yüzüyle kapı aralığından:"Ne istiyorsunuz?" dedi sert bir sesle.
Kadın otuzlarında idi,üstünde temiz ama bir hayli yıllanmış olduğu belli bir yağmurluk vardı.Saçlarını gri bir eşarpla örtmüştü.Kadın kapının eşiğinde titrerken korkudan,gözlerinden yaşlar akıyor ve bu halde konuşmaya çalışıyordu."Teyzecim" dedi,"Ben kötü biri değilim n'olur bana inanın ve açın kapıyı.Yoksa öldürecekler beni"
Sonra en önemli şeyi söylemeyi unuttuğunu farkedip "Beni İhsan efendi amca gönderdi" deyiverdi...

İstanbul/2010
Umud.d
...............

Devamı var dediğim gibi ama aklımda :)

1 yorum:

biberli dedi ki...

evet, parlak bi gelecek görüyorum...
dur dur, aa, aa! yoksa o elinde tuttuğun Golden Globe mu, en iyi senarist Oscar'ı mı yoksa Nobel Ödülü mü?
aa! aa!

kargalaaarrr! :))))